Son yara bandını da yapıştırdıktan sonra pantolonunun paçalarını indirdi. Yan bir gülüş oturttu sonra dudaklarına. Ne kadar da acınasıydı.
Dağıttığı otel odasında gezdirdi gözlerini. Biblolar, duvarlardaki tablolar, güzel ve mis kokulu çiçeklerin bulunduğu işlemeli vazolar, her şey yerlerdeydi. Bazıları parçalanmış, bazıları zor kurtulmuştu.
Gözlerinden akan yaşlar hız kazanmış, yanaklarını ıpıslak etmişti. Hıçkırıklar dudaklarına dayanmış, firar etmek için bekliyorlardı.
Ağlamasıyla birlikte iyice güçsüz düşen bacakları bir an tutmamış, yere oturmasına sebep olmuştu. Sert oturduğundan dolayı ise dizleri kırık vazo parçalarının üstüne gelmiş, çiziklere sebep olmuştu. Düşmesinden ötürü ellerini yere yaslamasıyla da avuç içlerine aynı dizlerindeki gibi çizikler eklenmişti.
Çiziklerin biraz sızlaması ya da biraz acıması gerekiyordu belki de fakat minik bedeninde ki tek acı sol tarafındaydı. Tam kalbinin olduğu kısımda.
Aklına dolan görüntüleri atmak için kafasını iki yana sallamış, oturduğu yataktan kalkmıştı.
Jungkook'la buluşmasının üzerinden iki gün geçmişti. Bu sabah doktor kendisini aramış, şehre geldiğini ve akşamüstü avm'nin yemek katındaki ünlü ramencide buluşmak istediğini çünkü konuşmaları gereken bir konu olduğunu söylemişti.
Bunun üzerine saat on gibi Jungkook'u aramış, haber vermişti. Onay alınca da heyecanla bir o yana bir bu yana giderek saatin gelmesini beklemişti. İsteyerek yapmamıştı ama çok heyecanlanmıştı.
Birkaç saat öncesinden kombinini bile ayarlamıştı. Çok güzel bir kombin de değildi halbuki. Siyah bir kazak ve yine aynı renk bir pantolon, hava bugün pek soğuk olmadığından kazağının üstüne de gri bir ceket giymişti. Başına takmak için de yine ve yine siyah bir bere bulmuştu. Bir de yanından ayırmadığı çantalarından siyah bir sırt çantası takmıştı. Galiba bugün siyaha oynuyordu.
Saat yaklaşınca da önce kazağını giyerek saçlarını güzelce yapmış, daha sonra da pantolonunu geçirmişti bacaklarına. Giyindikten ve tam çıkacakken ise aklına bantları yenilemeyi unuttuğu gelmiş, hızla onu yapmak için yatağa oturmuştu.
Bu kadar abartması kendine göre saçmaydı. Çünkü boşandığı eşinin yanına mühürlerini kırmak için gidiyordu. Bu bir randevu değildi ya da güzel bir buluşma. Bu tamamen ayrılmak için aynı yerde bulunmaları demekti.
Odasının kapısını kapattıktan sonra asansöre binerek otoparka inmişti. Küçük ama hoş arabasının kilidini açtıktan sonra koltuğa yerleşmiş, yavaş yavaş sürmeye başlamıştı.
Otele uzak olan alışveriş merkezine gelmesi yirmi beş dakika sürmüştü. Gerçekten uzaktı.
Girdiği otoparkın dolu olmasına üzülürken gözlerine boş bir yer çarpmış, sevinçle oraya sürdükten sonra güzelce park etmişti.
Arabasını park edebilmenin sevinciyle yaylana yaylana büyük merkeze girmiş, yemek katına ilerlemişti.
En üst katta bulunan yemek katına gelince ramenciye bakınmış, görünce hemen girmişti. İçeriyi tararken maskeli Jungkook'u görmüş, karşısına geçerek oturmuştu.
"Merhaba." Bir yabancı gibi davrandığı fakat evi hissini yaşatan bu adama utangaç bir şekilde selam vermiş, yüzüne bakmaya başlamıştı.
Eski eşini gördüğü andan bu yana hem omegası hem kalbi deli gibi coşuyorlardı. Omegası seslice uluyarak dans etmeye başlamış, kalbi de anlaşmış gibi hızla atmaya başlamıştı. Her an fırlayacak gibi bir hali vardı. Jungkook da sanki omegasını ve kalbini duyuyormuş gibi hissettiğinden utanmıştı.