Neden böyle bir şey yaptın Jungkook?" Kollarını göğsünde bağlamış beden sırtını sandalyeye yasladı.
Jungkook'u gördükten onu bir güzel azarlamış, çıktıkları kafeye geri sokmuştu. Şimdi ise karşılıklı bir şekilde soğuk suları eşliğinde konuşuyorlardı.
"O adamdan kötü enerji aldım. Bir şey olmasın diye takip ettim." Buğulanan bardağın üstüne şekiller çizerken cevapladı.
Kolları bağlı güzel eşi, yalan söylediğini anlamış gibi dik dik bakıyordu.
"İnanmıyorum farkındasın değil mi?"
Masada hafif öne eğilmiş, tekrar cevap vermişti."Doğruyu söylüyorum ama pek güvenilecek birisine benzemiyor." Kıskandığını inatla söylemiyordu.
Suyunu yarısına kadar içmiş, konuşurken ayağa kalkmıştı. "Herneyse Jungkook. Şimdi gidiyorum, umarım takip etmeye devam etmezsin."
"Dur, nereye gidiyorsun o herifin yanına mı?" Hızlı kalktığı için oturduğu sandalye sesli bir şekilde geri gitmişti. Kafedeki çoğu göz onlara dönerken bu ikilinin pek umrunda değil gibiydi.
"Herif mi? Ayrıca sanane Jungkook ya sanane." Kolundaki çantayı sıkı tutarak kapıya ilerleyecekken dönmüş, "Sakın beni takip etme." dedikten sonra, sessiz ama hızlı adımlarla kafeden çıkmıştı.
Jungkook'sa suyunu içmiş, paralarını ödedikten sonra başında dolanıp duran kara bulutlarla şirkete geçmişti. Aklı o kadar allak bullaktı ki dosyalara bakamıyordu bile. Üstüne üstlük Youko da yoktu.
"Efendim istediğiniz hanımı bulduk. Gelmesini ister misiniz?" Elleri arasında dinlenen başını olumsuz anlamda sallamıştı. Şu an o kadını görmek istemiyordu.
"Depoya götürün. Ben söyleyene kadar orada dursun." Jimin'e laflar eden o kadını bulmuştu. Ne yapması gerektiğini biliyordu fakat şu an gerçekten onu görmek istemiyordu. Aklı Jimin ve o gri saçlı adamda kalmıştı.
Kapı sesinden sekreterinin çıktığını anlamış, ayaklanarak ofisindeki banyoya girmişti. En iyisi soğuk bir duş almaktı.
On dakika boyunca duş almış, giyindikten sonra çıkmıştı. Jimin'in nerede olduğunu bilmiyordu, bu yüzden biraz yürümeye karar vermişti.
Seul'un dar sokaklarında elleri ceplerinde yürürken çocukları olan bir çift görmüştü. Birisi çocuğun fotoğrafını çekerken diğeri onu güldürüyordu. Yakasını bırakmayan pişmanlık yine zirve yapmıştı. Belki şimdi ikisinin bir bebeği olabilirdi. Jimin'in büyümemiş karnını okşar, çocuklarıyla konuşurdu. Doğduğunda beraber uyurlardı. Ne güzel olurdu. Bütün şansını kaçırmıştı. Elleriyle çöpe atmıştı güzel geleceklerini.
Boşanmalarına sadece birkaç gün kalmıştı. Her şey başlamadan son bulacaktı. Hepsi kendi suçuydu. Bir dakika. Eğer yanlış görmüyorsa tam karşı kaldırımda duran kişi Jimin'di. Ellerinde demet şeklinde papatyalar vardı. Yüzünde ise güzel bir gülümseme. Yine o adamla birlikteydi. Hadi ama, günün kaç saati beraberlerdi? Çiçeklere burnunu gömen beden, belindeki kolu hissetmiyordu muhtemelen. İçinden küfürler ederek onları izliyordu Jungkook. Hiçbir şey yapamamasına lanet etti o an.
Eğer Jungkook Jimin'e bir pislik gibi davranmayıp ikisine bir şans vermiş olsaydı şimdi yatakta sarılarak günün kritiğini yapıyor olabilirlerdi. Tabii bu şu an sadece bir hayaldi.
Yürümeye başlayan ikiliyle beraber Jungkook da yürümeye başlamıştı. Jimin ona takip etme demişti ama yapacak bir şeyi yoktu. Bu adam kesinlikle ve kesinlikle Jimin'den hoşlanıyordu. Ki bu da Jungkook'un düşmanı olması sağlıyordu. Hem güvenmiyordu da. Tehlikelere karşı onları takip ediyordu.