Bileklerindeki düğmeleri iliklerken yavaş yavaş merdivenlerden iniyor, yemek salonuna ilerliyordu. Anne ve babasının salondan gelen sesleri bir mırıltı gibi kulaklarına çalınıyordu.
Uzun kapıyı yavaşça açmış, dikkatleri üzerine toplamıştı. Masada annesi ve babası dışında iki kişi daha vardı. İsimlerini hatırlamıyordu ama daha önce gördüğüne emindi.
"Günaydın Jungkook'cum." Yaşlı kadın gözleri yoran kocaman gülümsemesiyle konuşmuştu.
Cevap vermeye gerek görmediği kadına sadece başıyla selam vermiş, annesinin yanına oturmuştu. Oturmasıyla hizmetliler tabağını hızla doldurmaya başlamıştı.
"Fabrika yapımına başladığın söyleniyor. Üstelik bir çikolata fabrikasıymış. Doğru mu bu Jungkook? Aklından neler geçiyor?" Sakin ama sorgular ses tonuyla konuşan babasına bakmış, dolan tabağındaki omletini keserken geciktirmeden cevabını vermişti. "Evet baba, doğru. İki sokak ötede bir market var. Her hafta salı günleri kendi yaptığı çikolataları satışa sunuyor. Jimin bu çikolataları çok sevdiği için seri üretime geçilmesini istedim. Fabrika da elli gün içinde tamamlanmış olacak."
Babasının cevabını duyamadan karşısındaki yaşlı ve biraz tombul kadın atılmıştı. "Ah, tatlım ortalıkta boşanacağınız dedikoduları dolanıyor. Senin için çok üzüldüm. O omeganın senin için iyi olmadığını başından itibaren anlamıştım zaten."
Kadının kurduğu saçma cümlelerden sonra Jungkook'un sinirleri tavan yapmıştı. Ne hakla böyle konuşabiliyordu?
"Nereden duydunuz bilmiyorum fakat bu sizi ilgilendirmez. Ağzınızdan çıkan laflara dikkat etmenizi öneririm, aksi halde bir an da iflas edip beş parasız kalıverirsiniz. Bu arada benim için en iyisi Jimindir. Bu da aklınızda yer edinsin bir zahmet." Çatık kaşları ve sert ses tonu insanın içini ürpertiyordu.
Cümlelerinden sonra etrafa sessizlik çökmüş, herkes sessizce kahvaltısını yapmıştı.
Kahvaltıdan sonra biraz şirkete uğrayacak, işlerini halledecekti. Yaklaşık bir haftadır toplantıdan toplantıya koşuyor Jimin'in yanına gidemiyordu. Kendisini affettirmesi için de artık sadece bir haftası kalmıştı. Zamanı azalmasına rağmen asla pes etmiyor, affedileceğine inanıyordu.
***
Uzun siyah paltosunu üstüne geçirmiş, önünü kapatmadan ilerlemeye başlamıştı. Bir süredir arabada Jimin'in okuldan çıkmasını bekliyordu. Bekleyişleri sonuç vermiş, Jimin sonunda çıkmıştı. Hava soğuk olduğundan hızlı hızlı yürüyen minik bedeni yakalamaya çalışıyordu. Okuldan uzaklaşmışlar, dar ve çok fazla ağacın bulunduğu bir sokağa girmişlerdi.
"Jimin!" Neredeyse koşmaya başlayan beden, muhtemelen kendisini fark etmişti. Duymamazlıktan gelerek hızlı adımlarla sokaktan çıkacakken kolunu tutmuş, önüne geçmişti. "Neden durmuyorsun? Sadece konuşmak istiyorum."
Gözlerini birleştirmek istiyordu ama güzel gözler devamlı kendi koca gözlerinden kaçıyordu. Minik, çareyi gözlerini kapatmakta bulmuş, kovalamacayı bitirmişti. Bugün bir gariplik vardı. Sanki hava daha soğuk, daha kasvetliydi. Jimin'in de bedeni titriyor, burnu kızarıyordu.
"Bırak beni." Ağzından buharla sessizce bıraktığı bu iki kelime havayı daha da soğutmuş gibiydi. Karın yağmaya başlaması ve Jimin'in kapalı gözlerinden akan sıcak yaşlar ise aynı saniyelerde gerçekleşmişti.
"Jimin, bir sorun mu var?" Sanki bu soruyu sormasını bekliyor gibi hıçkırıklara boğulan eşi kendisini şaşırtmıştı. Göğsünde dinlenen başı ve durmadan akan yaşlarıyla eşinin yapılı gövdesinde dakikalarca ağlamıştı. Yumruk yaptığı tombul elleriyle güçsüzce vuruyordu Jungkook'un göğsüne.