BÖLÜM ON SEKİZ: VUSLATA BİR ADIM

228 31 5
                                    

"Tüm sesler kesildiğinde ve sıra sana geldiğinde sessizlik esaret kılınıyordu."

BÖLÜM ON SEKİZ: VUSLATA BİR ADIM

Kalbin bir atış hızı kadar aniden gelişen her bir olay günümüze bağışlanan bir armağandı. Düşüncelerde boğulmak kadar sıra dışı gelen kulağa başka bir şey bulamıyordum. Öyle bir şey var mıydı? Kafam patlayacak kadar düşünmek ve kahve komasına girerken aklında tüm düşüncelere çıkan tek bir kişinin olması kıyametin başlangıcı olabilirdi. Bu benim felaketim, bu benim bitmeyen aşkım.

Ah, Ateş Aleyeva.

İlk karşılaştığımızda daha dikkatli olsam ve arabasını görseydim belki de şimdi hala yerimde sayıyor olacaktım. O bana kazandırdığı gibi kaybettiren tek kişiydi. Adaleti sağladığım gibi ailemin kaybedişimin tek sorumlusunun en yakınıydı, Ateş. Ona kızamazdım. Onun bir suçu yoktu ama ona dönemezdim. Bu ihanet sayılırdı. Bile bile onun yanına gitmek yapacağım normal şeylerden değildi.

Avucum arasında dönderdiğim kristal bardağı izlerken gözlerimi kırpıştırdım. Kulaklarımda şarkının yüksek sesi doluyor ve bardak tokuşturma sesleri hiç yabancı gelmiyordu. Buraya ait olmadığım açıktı ama kendimi buraya alıştırmak istemiştim. Müphem'deki insanlar itici ve sadece kafayı bulmak iastryen kişilerdi.

Ekşi sıvıdan bir yudum aldım ve genzimde feci bir yanma hissi oluştu. Bardak dudaklarımdan koparken tokuşan buz sesini bu gürültü içinde duydum. Nefesimi dışarı verdim ve kafam içinde dönen düşünceleri en başa çevirdim. Gözümün görüp de gönlümün göremediği ne çok şey varmış öyle. Düşündükçe aklım bulanıyordu. İçmek bana iyi gelebilirdi. Bu seferlik böyle olsundu.

"Alışık değilsin. Dokunmasın."

Kehribar gözlerim Cemre'ye değerken omuz silktim ve buzları dipte bırakarak kalanını da içerek bar tezgahına indirdim. Bardağı gösterirken allak bullak olmuş bir halde yenilemesini istedim.

"İki kadeh içtin ve bence bu kadarı bile fazla sana."

"Ben müşteriyim." dedim titreyen ellerimi zapt etmeye çalışarak. "Alkol komasına da girsem bana karışamazsın. Doldur, lütfen."

"Seni diğerlerinden ayıran şey kalbin, Mahru." Bardağı aldı ve doldurmadan tekrar karşıma geçti. "İçki filan yok sana. Otur oturduğun yerde."

Dudağımı büzdüm ve tabureyi dizimle iterken ayağa kalkmaya çalıştım. Başım dönerken ve tabure yere düşerken ayakta sarsıldım. Yüzüm buruşurken ellerimi tutan iki tane iri el hissettim. Yüzümü beni tutan kişiye çevirirken ilk başta kokusu genzimi yaktı.

Ateş.

Elim ellerinden koparken tişörtünün yakasını tuttum. Kısık gözlerimle ona bakarken, o olduğundan emin olmak istedim. O diri diri karşımdaydı. Bana dokunuyordu ve elleri ellerimdeydi. Lütfen bu bir rüya olmasın çünkü onu çok özlemiştim. Dördüncü haftanın son günüydü bugün. Ne ona gidebiliyordum ve ne de yanıma gelmesine izin veriyordum.

"Buradan gidelim." dedi. Mekanda fırtına estiren şarkının aksine kısık çıkan sesini çok net duymuştum. Onun hayal olduğuna yemin edebilirdim belki. Serap da görüyor olabilirdim. Her şey olabilirdi.

LAL EHVENİŞERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin