BÖLÜM ON DOKUZ: AİLE

196 23 8
                                    


"Bir gülüş, bir içten söz yeterdi mutlu olmak için."

BÖLÜM ON DOKUZ: AİLE

Söz verilen bir yarışta kazanmaya niyetliyken kaybettiğinde, seninleyim diyen insanlar için yaşamak gibiydi benimkisi. Olmayacak bir zamanlama da kazanmaya meyil etmekti. Olmayacaktı ama hep oldurmaya çalışmıyordum. Kabullendi diyordu zihnim. Kabullendi ve artık bitsin. Ama yapmıyordum. Tam tersini yapıp inkar ettiğimde işler yokuşa sürükleniyordu. Yalnızdık. Bu hayatta hep yalnızdık.

Birisi size elini uzattığında ve siz o eli tutmaya yeltendiğinizde ki umut ışığı gibiydi. Arkanızda bir dağ olmasa bile, birisi olduğunu bilmek gibiydi bu. Güzeldi. Yaşamaya değerdi. Ölmek gibi kolaya kaçmaktansa yaşamaya değerdi bu hayat. Belki de bir mucize ortaya çıkmak için zaman kolluyordu da bizim haberimiz yoktu.

Anlamadığım bir dilde konuşmaya başlayan iş adamları ile beraber sıkıntı yüreğime çökmüştü. Ateşle kaçamak bakışlar atıyor ve ikimiz de başka işlerle ilgileniyorduk. Konuştukları konu önemli olmalıydı ki herkes büyük bir ciddiyet timsaline bürünmüştü! Biraz önce gülüşen Alkın bile dik pozisyonuyla yabancı adamlara bir şeyler anlatıyordu.

Elime telefonu alıp internette boşça gezinmeye başladım. İçeriye klimadan soğuk hava vuruyor ve aralık pencereden sırtıma vuran güneş ışığı tam tersi sıcaklıkla beni allak bullak ediyordu. Ateş'in ve benim olduğum ortamda olay da kavga da eksilmezdi. Bugünün sorunsuz geçmesi için dua edecek ve hemen eve dönmek için ilk fırsatı kollayacaktım.

Solumdaki adamın karşısındaki yabancı adam elini masaya yerleştirdi ve kalkarken ağzında bir şeyler geveledi. Galiba gideceklerdi ve izin istiyordu. Ateş kendi dili gibi oldukça başarılı olduğu dilleriyle ona karşılık verdiğinde herkes birden ayağa kalktı. Cemre ve bende şaşkın bakışlarla kalkarken onların yolculuklarına sevinçle baktık.

Toplantı abartısız bir buçuk saat sürmüştü. O zamana kadar boş bir şekilde oyalanmıştık. Konuşamadığımız ve dışarı çıkamadığımız için sandalyeye esir düşmüştük. Uyuşan bacaklarımı oynatıp büyük camların yanına gittim ve sol kolumu dayadım. Bakışlarım Alkın'daydı.

Onlar çıktığında Alkın, Ateş'le tokalaştı. "Sağolasın, abi. Benim dil o kadar iyi değildi."

Alkın şekli şirkette çalışıyordu ve bu konulara hakimdi. Ateşle önceden masaya oturup ortak olmuşlardı ve bundan benim haberim yoktu. Bu ortaklık uzun zamandır sürüyormuş ve yeni iş almak için yabancı kişiler de geldiğinde, Ateş de burada bulunacaktı. Onu gördüğümde şaşırsam da aslında bu doğal bir olaydı. Biz Ateşle ortaktık.

Onu çok sık görecektim.

"Sorun değil. Zaten bu bizim işimizdi, burada olmam gerekirdi." dedi ve bir sandalye çekip oturdu. Cümlesinin sonunda bana göz kırpıp kendine su doldururken sırıtıyordu.

Pislik!

Beni buraya getirmek istemelerinin tek sebebi, Ateşle karşılaşmamdı. Ama bilmiyorlardı, en son karşılaştığımızda ne halde olduğumuzu. Yan yana gelince uzakta duramıyorduk.

Elimde tuttuğum telefonu avucumda çevirmekle meşguldüm. Gözlerimi ondan kaçırmakla uğraşırken elimin altındaki telefon titredi ve bildirim sesi kulaklarıma ilişti. Ateşle aynı anda gözlerimiz telefonuma ulaştığında yutkunduk.

LAL EHVENİŞERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin