Hongjoong ve Jongho beraber kahve içiyorlardı hafif güneşle aydınlanan ofis odasında. "Hyung. Şu danışmada duran çocuk çok güzel. Kendimi tutamadım yüzünede söyledim ama utandı. Tanrım çok tatlıydı." Hongjoong onun bu haline kahkahalarla gülüyordu.
"Yeosang mı?" Jongho kafasıyla onaylamıştı hyungunu. "Jongho büyüdün de aşık mı oldun sen? Uuuu yerim." Jongho dudak büzerek konuştu. "Hayır hyung ya! Sadece etkilendim. Yerimde kim olsa düşerdi ona. Fazla güzel. Peri masalından fırlamış gibi."
Jongho Yeosang'dan bahsederken gözleri ışıl ışıl oluyor, kocaman büyüyordu. Hongjoong biliyordu tabi bunun sadece etkilenmeden ibaret olmadığını. Ama arkadaşının bunu zamanla kendisinin fark etmesini istediğinden sadece gülümsemişti.
***
Seonghwa son olanlardan sonra. Hongjoong'la hiç yüzyüze konuşmamıştı. Ama onu o gün kollarına sardığında hissettiği huzuru tekrar tekrar hissetmek istiyordu. Pişmanlık duyduğunu kabullenmiyordu. Çünkü o Park Seonghwa'ydı dediğine göre hayatında hiç pişmanlık duymamıştı. Zevki için yaşar, insanları kullanırdı.
Ama bu kızıl çocuk çok farklıydı. Anlayamadığı bir şey vardı onda. Ona iyi gelen bir şey vardı Hongjoong da. Daha fazla bekleyemedi. Kendi ofisinden çıktı ve Hongjoong'un ofisine çıkmaya başladı merdivenlerden.
Kapıyı tıklattı. "Girebilirsiniz." gelen nazik yanıtla içeri girdi. Bilgisayarın başında siyah çerçeveli gözlükleriyle ekrana odaklanmıştı Hongjoong. Gelenin kim olduğuna bile dönüp bakmamıştı. Şuan o kadar meşguldü.
"Konuşabilir miyiz Kim Hongjoong?" Hongjoong gelen tanıdık sesle şaşkınlığa uğramış, Seonghwa'ya çevirmişti bakışlarını. "Neden buradasınız bay Park?"
"Konuşalım."
"Peki sizi dinliyorum."
"Kim Hongjoong ben... Ben... Ahh nasıl söylesem bilemiyorum."
Seonghwa durduğu yerden ilerleyip Hongjoong'un oturduğu sandalyeye yöneldi ve dudaklarını onunkilerle buluşturdu. Bu ani hareketle Hongjoong şaşkınlığa uğramış ve kendini serçe çekmişti. "Ne yapıyorsun? O iğrenç dudaklarını bir daha değdirmeye bile çalışma dudaklarıma. Kim bilir kaç kişiyi öptün. Ne o? Gidecek kimse bulamadın mı kendini rahatlatmak için? Yeni bir kedicik?"
"Özür dilerim ben... Ben o gün için çok özür dilerim. Bu kadar hassas olduğunu bilmiyordum. Yaptığım yanlıştı biliyorum Hongjoong. Üzgünüm."
"Konuşmanız bittiyse işime dönmeliyim." Hongjoong tepkisizce konuştuktan sonra Seonghwa ofis odasını terk etmişti. Biliyordu bu bir özürle geçecek bir şey değildi.
***
Hongjoong o kadar şaşkındı ki. Seonghwa onu kendi isteğiyle öpmüş, üstüne de özür dilemişti. Ama onun kadar kırılan Seonghwa değildi. Kırıklarını tek başına toplayan da Seonghwa değildi. Affetmek bu kadar kolay olmamalıydı.
Hızlıca çantasını alıp çıktı ofisten. Hava çoktan kararmıştı. Hızlıca eve doğru yürüdü. Bugün rüzgar dahi esmiyordu. Hava fazlasıyla boğuktu yani. Hızlıca binaya girdi ve kendini eve attı. Üstündekileri çıkarıp duşa girdi.
Soğuk suyu açtı ve altına girdi. Su yavaş yavaş vücudunu ıslattıkça daha da bırakıyordu kendini suya...
***
*4 hafta sonra*
Dört hafta boyunca hiçbir şey olmamıştı. Hongjoong her zamanki gibi işten eve, evden işe gitmişti. Ne Seonghwa'yı görmüştü ne de konuşmuştu. Tek fark artık Yeosang'da onlara katılıyordu arada iki arkadaşıyla.
Neydi isimleri... Imm. Hah San ve Wooyoung evet. Bu ikili çıkıyorlardı ve Yeosang'ın yakın arkadaşlarıydılar anlaşılan. San biraz alaycı biriydi. Wooyoung ise gürültücü ama komikti. İyi anlaşıyorlardı. İki kişilik arkadaş grupları altı kişiye çıkmıştı.
Öğlen saatleriydi ve Hongjoong ofisinde bilgisayarın başındaydı tabikide. Uzun süredir taktığı için burnundan aşağı kayan gözlüklerini düzeltti ve önünde duran şişeden bir yudum aldıp kapağını kapattı.
Peki bu dört hafta içinde Seonghwa ne mi yapmıştı? Hiçbir şey. Tabikide hiçbir şey yapmamıştı. Sadece üzülüyordu ve her gece aralıksız içiyordu. Seonghwa bu ne beklenebilir ki en fazla? Son konuşmalarından sonra Hongjoong'dan uzak durmaya karar vermişti anlaşılan. Belkide zamana bırakmak en iyisiydi.
Hongjoong eşyalarını alıp çıkacakken kapıyı açtığı gibi önünde dikilen Seonghwa'ya şaşırmıştı. Umursamadan yanından geçecekken Seonghwa arkasından seslenmişti. "Bana on beş gün ver Kim Hongjoong. Sadece on beş gün. Sonra anlayacaksın beni. Söz veriyorum."
Hongjoong duydukları karşısında tepki vermeden yürüyüp çıktı binadan. Ne saçmalıyor bu yine? On beş günmüş. Aptal dört yıldır bekliyorum ben. Bir gün çıkıp dedim mi hayır beklemeyeceğim. İki güne unutursun bile verdiğin sözü. İşte bu kadar acımasızsın Park Seonghwa.
Düşünürken bir yandan da yürümeye devam ediyordu evine uzanan kaldırımlarda. Birden omzuna atılan elle irkildi ve korktu. "Han aptal mısın? Gece gece. Korktum."
"Ow bebeğim özür. Jongho'lar bizi bekliyorlar gidelim hadi..."
***
İşte gözlüklü Joong böyle görünüyor ama siz bunu kırmızı saçlı Joong olarak hayal edin
Bölüm sonuuuu🤚🤚🤚
🍋🍋🍋🍋🍋🍋🍋🍋🍋🍋🍋🍋🍋🍋🍋🍋
Hatam varsa affedin 🐾🍋
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YOU MAKE ME//SEONGJOONG
Teen Fiction[TAMAMLANDI] Hongjoong çizgi roman okumaya bayılan bir gençti ve ünlü çizgi roman yazarı Seonghwa'ya aşık oldu. Peki ama işler istediği gibi gidecek miydi?