Bir süre sonra çadırları kaldırıp yola koyulduk. Ne tesadüf ki Alita ile yollarımız uzun bir süre aynı yönde olacaktı. Yol arkadaşlığı yapmaya başlamıştık. Alita ile daha fazla zaman geçirmek istesemde Vikontes yemek alması dışında onu yanından ayırmıyordu.
Yolculukta giderken ormandaki hayvanı hatırladım ve içim ürperdi. Tuhaf bir yaratıktı. Tam olarak onu benzetebileceğim bir hayvan yoktu.
Yolculuk esnasında katibelik defterimi açıp yazdıklarımı okumaya başladım. Okurken gizliden çizdiğim Dean'ın resmini gördüm. Resme bakarken hafiften sırıtmaya başlamıştım. Sırıttığımı fark edince ise öksürüp ciddi durmaya çalıştım. Kendimi kandırmak bana ne kazandıracaktı inanın bilmiyorum. Ama bunu kabul edemezdim. Yani Alita vardı ve ben bu kitabın sadece arka planda kalan 4.sınıf karakter oyuncusuydum. Perdeyi açıp kapatan ve tek bir diyaloğu olmayan bir tiyatrocuydum. Kendime tiyatrocu demek için fazla gereksiz biriydim.
Bu yüzden kalbimin kırılmasına izin veremezdim. Kırgınlıklar denizindeki tek biletsiz yolcu gibiydim. Hatta biletsiz değilde VİP yolcusuydum ben. O yüzden kimseye bağlanamazdım. Ailesi olmayan biri için birine bağlanmak ne kadar zor anlayamazsınız ,
ya tekrar terk edilirsek?Dean'ın güzel yüzünü çizdiğim için mutluydum ve bir süre yolculukta canım sıkılmadan bakabileceğim bir şey bulduğum içinde. Gözündeki yarayı büyüyle yok edemez miydik? Bunu merak ediyorum. Şifacılar büyücüdür öyle değil mi? Belki yapabilirler. Arka arabadaydı şifacım. Düklüğe ulaşmamıza az kalmıştı. Ulaşınca sorarım diyerek Arenada gerçekleşen turnuvaların resimlerine baktım. Sanki üstünden uzun zaman geçmiş gibi özlemiştim orayı.
Zepose Dükalığına varmıştık. İnanılmaz derecede güzeldi ve burası benim evim miydi? Şaka gibi, bir saraydan bile
hayır Wiseya Şelale Saray'ından bile daha iyiydi. Kendi dünyamda kendime ait bir soyadım bile yokken burda sarayım vardı. Lanet olsun işte şimdi kendimi şanslı hissettim. Koca saraya bakarak "bütün ömrümü burayı keşfederek harcayacağım sanırım" diye düşündüm. Buraya bütün Zepose insanları sığardı. Ama sadece bana aitti. Bunun verdiği hissiyat ve önem öylesine gurur veriyordu ki bana hemen elbisemi kavrayıp kaldırdım. Saraya doğru koştum. Kapıya varmıştım. Ağzım açık bir şekilde sarayın güzelliğine bakıyordum. Tek güvende olacağım yerdeydim. Evimde.Kapıda beni düzinelerce hazır olda bekleyen asker vardı. Bu benim ne kadar önemli olduğumu bir kere daha vurguluyordu. Saraya doğru ilerlerken arkamda Martini ve Reynold dikkat çekecek derecede mutlu bir şekilde eşlik ediyorlardı.
Sarayın kapılarına vardığımda hizmetçiler titiz bir şekilde sıraya girmişlerdi. Disiplinli giyimleri kendimi prenses gibi hissetmeme sebep olmuştu. İlk defa bir evim ve ailem olacaktı. Bunun mutluluğuyla baş hizmetçi olduğundan şüphelendiğim kadına dönüp
- Dük ve Düşes nerede? Kendilerini görmek isterim.
Şövalyelerim dahil herkesin birden bire surat ifadesi değişmişti. Ortamda tuhaf bir sessizlik vardı. Sessizliği baş hizmetçi bozdu.
- Prensesim yorulmuş olmalısınız. Odanızı hazırladım. Uzun yolculuktan direkt evinize geleceğinizi Wiseya'daki Müdire bize önceden bildirdi. Gelişiniz hepimizi şaşırttığı kadar mutlu da etti. Burdan gidişinizi hala dün gibi hatırlarım. Sanırım sizde uzun bir süre sonra evinize geldiğiniz için duygusallaşmış olmalısınız.
Tanrım sanırım Artemia'nın ailesi öldü. Burda bile şansım yoktu. Bütün düklüğün yastaymış gibi bir havada olmasının sebebi onlara bunu hatırlatmış olmamdı. Baş hizmetçiden odama kadar eşlik etmesini istedim. Odama vardığımda gerçekten burası cennet olmalı diye düşündüm. O kadar büyüktü ki bütün yetimhanenin çocukları sığabilirdi. Hemen gidip yatağın üstüne oturdum. Yumuşacıktı. Baş hizmetçi baş ucuma gelip elleriyle saçlarımı okşadı. Sonra ağlamamaya çalışır gibi dudaklarını sıkıp konuşmaya başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KRALLIĞIN KATİBESİ
FantasíaHiç bir kitabın içine düştüğünüzü hayal ettiniz mi bilmiyorum ama benim hayal etmeme gerek kalmadı. Normal bir aşk romanı da değildi. Şanslı olmadığımı biliyordum ama iblislerle dolu bir fantastik romana düşmek biraz fazla sanki? Neyse ki okuldaki e...