Şanssızlık

2.3K 151 33
                                    

Masanın ortasında duran pizzanın son dilimine aç köpekler gibi bakan Cenk ve Serdar arasındaki gizli mücadele, Zeyno'nun sakince dilimi alıp ağzına götürmesi ile son buldu.

Oturduğumuz kafeye yıllardır aynı ekip geliyorduk. Bir nevi kaçış ve gizli toplanma noktamızdı. Tüm küskünlükler bu kafede tatlıya bağlanıyor, tüm kutlamaları burada yapıyorduk ve tabii ki tüm ilk buluşmaları da sayabilirsiniz. Ayça'nın Ali'ye olan güya gizli aşkı da işte, Serdar'ın Ebru'ya yanaşması için kaçınılmaz bir fırsattı. Aslında kafamı bir toparlayabilsem, Serdar'ın içindeki öküze rağmen karşımda bebek gibi kıvranmasından çok büyük zevk alabilirdim ama aklım daha çok yeni çocukta, namı değer Burak'ta asılı kalmıştı.

Matematik kitabı rezaletinden sonra neredeyse son derse kadar pek bir şey olmamıştı. Son ders zili çaldığında ben yine Zeyno'yla kol kola sınıf kapısına geldiğimde beni kapının önünde bir adet dallama Alp ve kapının diğer tarafında duvara yaslanıp onunla sohbet eden Burak bekliyordu. Bizim adımlamamıza rağmen ikisi de istifini bozmadan dikilmeye devam ettiler. O kadar yakın mesafeden önlerinden geçmek bir yana, Burak'ın hiç çekinmeden attığı bakışların altında içimde büyüyen tuhaflık. önümüzdeki dönem boyunca olacakların ilk sinyallerini veriyordu tüm görmezden gelme çabalarıma rağmen.

"Hop"

Zeyno duymasına rağmen, koluma iyice asılıp beni içeri doğru çekmeye çalışırken, ben olduğum yerde kalmıştım. Seslenen Alp'ti tabii ki ama ben arkamı döndüğümde Burak'ın delici bakışlarının altında gözlerimi Alp'in olduğu tarafa çevirememiştim bile. İkisi de bunu fark etmiş olacak ki, Alp'in ince kıkırtısı ve Burak'ın kulaklarına yayılan alaycı sırıtması bile yüzümdeki donuk ifadeyi silmeye yetmemiş, büyülenmiş gibi Burak'ın yüzüne bakmaya devam edip bir yandan da beni bu donma halinden bir şeyin çıkarması için içimden bildiğim tüm küfürleri sıralıyordum. Mal gibi, çocukla her göz göze geldiğimizde mıhlanıp kalıyordum.

Onu Alp gibi bir zorba olarak görüyor olabilirdim. Veya hani böyle bulmaca gibi, çözülmeyi bekleyen gizemli biri. Veya beynim belki de artık üniversite sınavlarına çalışmaktan tüm hücrelerini tüketmek üzereydi ve akü boşaldığı için ben de öylesine savrulup duruyordum. Kim bilir? Aslında pek de bir önemi yoktu. Bu abuk şehirden siktir olup gitmek ve herkesten uzaklaşmak için önümde az zamanım kalmıştı ve Burak kişisi aklımdaki planları alt üst edemeyecekti. Yalnızca okuldaki son günlerim biraz daha boka batacaktı ama şimdiye kadar olanları düşündüğümde daha kötü ne olabilir ki demekten de alamıyordum kendimi.

"Oğlum sizin gibilere gizli ibne denir diye biliyorduk ama senin durum baya aleni" sinirle gözlerimi Alp'e çevirirken hiç zorlanmamıştım bu sefer, içimden ibne babandır diye çığlık atarken dışarıya yalnızca bıkkın bir oflama bırakabilmiştim.

"Noldu yavrum, abazalığın artık oflama olarak mı dışa vuruyor?"

"Lan" diye araya giren Zeyno olmasa ne yapardım bilmiyorum ama istemsizce gözlerim yine Burak'la buluştu. Göğsünde kavuşturduğu kollarını çözüp, dayandığı duvardan ayrılarak dikleşmesini, bana doğru yaklaşırken yamuk bir şekilde sırıtmasını, tam yanımdan geçerken kulağıma doğru yalnızca benim duyabileceğim şekilde hafifçe eğilip, fısıldamasını tepkisizce izledim. Ve nihayetinde, beynim tekrar devreye girdiğinde, duyduklarımın doğru olup olmadığını anlamam için de bir kaç saniye geçmesi gerekti.

Bu sırada kapının önünde Zeyno ile Alp duyamadığım bir münakaşaya girmişti. Dikildiğim yerde hareket edemeden ne kadar kaldım bilmiyorum ama hocanın kapıda belirmesiyle, Alp uzaklaşmıştı sonunda, siniri tepesinde bir Zeyno'nun koluma girip beni sıramıza sürüklemesine izin verdim. Burak ise bu sefer gözlerini dikip suratına bakan ben olmama rağmen kafasını hiçbir şekilde oturduğu yerden kaldırmadı.

Kafam donmuştu. Hocanın Osmanlı'nın çöküşüyle ilgili gevelediği şeyleri tüm sınıf heyecanlı bir şekilde tartışırken bile hala kendime gelememiştim. Sinirden titremesini durdurmak için bacaklarımın altına sıkıştırdığım ellerimi bile zorlukla hissediyordum. Dünyada en nefret ettiğim kişi olan insan müsveddesi babam bile beni artık bu kadar etkilemezken, daha yeni tanıştığımız piçin tekinin dengemi sikmesine izin verdiğim için kafamı hızla masaya vurmak istiyordum. Kelimeleri tekrar tekrar beynimden geçerken, sinirle titreyen göz kapaklarımı sımsıkı yumdum. Yanlış duymadığıma neredeyse emin olduktan sonra sıkılı dişlerimin arasından zorlukla nefes aldım kendime gelebilmek için.

İşte tam o sırada Burak hafifçe kafasını yana  doğru çevirip boş bir ifadeyle bana baktığında ben hala içimden aynı kelimeleri zikrediyordum.

'Gerçekten ibne misin sen?'  duygusuz sesi zihnimde çınladığında oturduğum yerde biraz daha rahatsızca kıpırdandım. Tekrar ve o gün için son defa göz göze geldiğimizde bu sefer sıranın üzerine çıkardığım avuçlarım yumruk olmuştu. O ise hala bana gamsız ve umursamaz bir şekilde bakıyor, belki de sorduğu sorunun cevabından emin olduğu için tiksintisini bu alaylı ifadesi ile saklamaya çalışıyordu.





İnsanları kolaylıkla çözen bir insan olarak tanımlamaz kimse beni. Hatta annem de Zeyno da, hatta çoğu yakın arkadaşım beni daha çok kandırılmaya hazır saftirik olarak yaftaladı yıllarca. O yüzden bu sefer içgüdülerime değil ama etrafımdaki insanların dediklerine kulak verecektim. Herkes o Burak'ın tam bir orospu çocuğu olduğu konusunda ne kadar netse, ben de ondan o kadar uzak kalacaktım.

"Bir tane daha kola ister misin Ebrucum" Serdar'ın o kibar sesi kulağıma değdiğinde çıktım düşünce çukurundan.

Ebru kısa bir yok diyerek tekrar kafasını Ayça'ya çevirdiğinde Serdar'ın alt dudağının hüzünle bükülmesini görmek biraz da olsa beni neşelendirmişti. Aşk çok geri zekalı bir şeydi ve ben neredeyse 18 yıllık hayatımda bunu birincil elden öğrenmeye zahmet etmemiştim bile. Karşımdaki dostlar sağ olsun ama hepsinin (hemen hemen) biri için ne kadar saçmalayabileceğine o kadar çok şahit olmuştum ki, bükülen dudağının taklidini yapan  Cenk'in kahkahası bana ulaştığımda, asla aşık olmayacağıma bir kere daha yemin ettim.

NefretHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin