Gözlerim fal taşı gibi açık bir süre daha tavanı izledim. Mümkün değil uyku tutmuyordu ve ben whatsapp grup yazışmalarındaki geyikleri bile çekemeyecek bir moddaydım. Ali buluşmaya gelmemişti ve Serdar onu ertesi gün öldürmeye yemin ediyordu Ali'nin de dahil olduğu grup konuşmasında. Zeyno ise aynen ondan beklenir bir şekilde, 'Yo ben asla taraf değilim, kendi bokunuzda boğulun inşallah' yorumlarını yazarken, bir taraftan da tam sönmeye başlamış tartışmayı akıllıca alevlendiriyordu. Benim ise, bu tipik ve alışıldık kaosun ortasında ara ara gözümü kapattığımda o pisliğin kara gözleri ve fısıldadığı kelimeler aklıma düşüyordu.
Hayır kimseye anlatmamıştım. Zaten Zeyno'nun kiniyle uğraşamazdım. Benden önce her defasında Alp'in üstüne atlayan kız bir de yeni çocuğun olayını duyarsa eğer onu sakinleştirmem mümkün olmayacaktı.
Ne kadar süre tavanı izledim hatırlamıyorum ama ertesi sabah uyandığımda hala yorgun hissediyordum. Buruşmuş gömleğimi giyindiğimde ve pantolonu tek hamlede üstüme çektiğimde yerde darmadağınık haldeki çantama takıldı gözlerim. Matematik defteri hala açık bir şekilde yanında yatıyor ve çözülmesi gereken hiçbir problem çözülmemişti. Şu üniversite sınavını atlattıktan sonra bir daha ders çalışmamaya yemin etmiş bünyemin dönem sonunu getireceğinden şüphe ediyordum artık.
Kapı hafifçe tıklatıldığında beni her zamanki gibi annemin sıcacık gülümsemesi karşıladı.
"Can oğlum, kahvaltı hazır, hadi geç kalacaksın" hala ağır göz kapaklarımın ardında zorla gülümsemeye çalıştım. O olmasaydı ne yapardım bilmiyorum, bu akıl hastanesine dayanmamın tek sebebiydi kendisi ve onu gerçekten herkesten çok seviyordum ama bu dönemden sonra ona rağmen buradan defolup gidecektim nefes alabilmek için.
"Geliyorum kraliçem" dediğimde yüzündeki gülümseme büyümüştü bile. O baba denilen adam olmasaydı her şey çok başka olabilirdi tabii ama artık bunu düşünmek istemiyordum.
Hazırlanıp odadan çıktığımda masada oturmuş gazetesini okuyan adamla karşılaştığımda tekrar yüzüm düştü. Ne o bana ne ben ona selam verdik. Zaten seyircinin olmadığı zamanlarda birbirimizi seviyor gibi davranmanın da bir anlamı yoktu. Hızlı hareketlerle tostumu yiyip çayı kafaya diktikten sonra annemin kafasına bir öpücük kondurup koşarak çıktım bu yeni nesil cehennemden. Ben çıktıktan sonra yine kavga edeceklerini biliyordum ve seyirciyi oynayacak takatimi bile çoktan tüketmiştim.
Her zamanki köşede Ali'yle buluştuğumuzda düşüncelerim daha yeni yeni normalleşiyordu. Dünkü konuşmaların odağı kendi değilmiş kayıtsızlığında bir gülümseme ile karşıladı beni. Omzuyla hafifçe omzuma dokundu yürümeye başlamadan önce. Sessizce adımlarımızı atarken yine de onun bu hallerine hayret etmeden edemedim.
"Serdar seni yiyecek bu sefer oğlum neden gelmedin?" diye sordum kendime engel olamadan. Ama bir yandan da sırıtıyordum. İkisinin gerçek manada kavga etmesin izlemek çok zevkli olabilirdi.
"İstemedim" dedi umursamazca omzunu silktikten sonra. Ali bu işte. Hiçbir denklem labirent falan işlemiyor çocuğun beynine. Dümdüz bir adam. Basit. Yalnızca gerektiği anlarda, kısa cümlelerle kendini ifade eden sinirleri alınmış biri. Ama tabii çoğu zaman insanı çileden çıkarmakta üstüne olmayan bir deha olarak da düşünebilirsiniz.
İstemsizce kıkırdadım.
"Serdar sıçtı ağzına valla"
"Hadi bakalım" derken kulaklığı kulağına takmıştı bile. Okula varana kadar da bir daha ikimiz de ağzımızı açmadık.
Sınıfa girdiğimde aynı tahmin ettiğim gibi Cenk ve Baran kafa kafaya vermiş Ali'ye saydırıyorlardı.
"Geldi mi lan o piç?" diye bağırdığında Serdar, gülmemek için dudaklarımı ısırdım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Nefret
RomanceBir zaman makinasına ihtiyacım vardı. İki üç dakika önceye gidip o kelimelerin çıktığı ağzımı hiç açmamış olmak istiyordum. O yatakta ona sarılan kollarımı kesmek. Ona aşık olan sikik kalbimi parçalara ayırmak Onu o okul bahçesinde gördüğüm ilk anı...