İnsan hafızası ne garip şey.
Çocukken, sekiz yaşındaydım, dedemi kaybettiğimde ki onu baba gibi severdim, severim, odamdan günlerce çıkmamıştım. Onun televizyon karşısında dizlerini örten kahverengi alacalı battaniyesine sarılıp günlerce ağlamıştım. Babam gibiydi benim için. Tüm sırlarımı söylediğim ailemdi benim.
Sanırım üçüncü gündü babam odama girmişti. O zamana kadar annem çok denediği için galiba çözümü otoriter babamı yollamakta bulmuştu yanıma.
Dizlerimi iyice kendime çekip, top gibi ufalıp o battaniyenin içine saklanmaya çalışırken, odanın kapısının kapandığını duydum ilk önce. Sonra sandalyenin yatağın ucuna çekilme sesini.
Battaniyeyi araladığımda, babam kollarını önünde kavuşturmuş her zamanki sert bakışları yumuşamış, camdan dışarı bakıyordu.
Belki ölen onun babasıydı ama bence benim daha çok babamdı diye düşünüyordum. Bir de büyüklerin üzüldüğünü ağladığını pek görmediğim için bir kaç dakika sonra, hareketsizce duran babamın yanaklarından süzülen yaşları gördüğümde battaniyeyi tamamen açmıştım.
Duvara yaslanıp, onu taklit etmiş, kollarımı aynı onun gibi göğsümde bağlamış ağlıyordum. Ama sesli sesli. Çünkü benden daha çok üzülmesini istemiyordum. Çünkü dedemi en çok ben seviyordum. En çok ben sevdiğim için en çok ben ağlamalıydım.
Ne kadar süre öyle durduk hatırlamıyorum. Babam bana hiç bakmadığı o dakikalar boyunca sokağa bakarak sessizce ağlarken, ben gözümü ondan çekmeden ağlamaya devam etmiştim.
Sonra hafifçe bana doğru dönmüş ve kollarını açmıştı. Ben tereddütlü bir şekilde yaslandığım duvardan ayrılıp babamın kucağına oturduğumda bana sarılmış, çenesini kafamın üstüne dayamış ve çocukluğunun güzel anılarını anlatmaya başlamıştı, çocukluğumun en hüzünlü o gününde. Hem de ilk defa.
Anılar tam net olmasa da, o gün odamdan babamın elini tutarak çıkmıştım. Ve o akşam yemeğini yerken, babamın yanına oturmuştum. Ve ondan sonra gelenek olarak babam bize her akşam yemeğinde çocukluğunun komik veya hüzünlü bir hikayesini anlatmıştı. Bu tam olarak ne kadar sürmüştü hatırlamıyorum. Ama babam sonra iş için uzunca bir süre Almanya'ya gittiğinde ve sonra geri döndüğünde her şey değişmişti. Eskisinden daha kötü belki de. Kötü derken yanlış anlaşılmasın. Babam daha çok kendi içine dönmüştü, bunu belki de yeni yeni anlıyordum.
Hafıza çok garip bir şey dedim ya hani, yıllardır unuttuğum o an, rüya gibi aklıma düşen ilk şey olmuştu gözlerimi araladığımda. Ellerimin arasına sakladığım yüzüm acıyordu ve kulaklarım uğulduyordu belki ama gözlerimi kırpıştırıp yan tarafta, çalışma masamın önündeki sandalyeyi bana doğru çevirmiş ve dalgın gözlerle beni izleyen babamı gördüğümde bir anda gelmişti bu anı aklıma.
Bana hiçbir zaman her şeyin iyi olacağına söz vermemişti babam. Ağladığmda beni avutan hep annemdi. Bana iyi olacağımın sözünü veren, benim hep yanımda olacağını söyleyen, hayatımda tek güvencem annemdi. Babamın tüm sessizliğine inat o hep konuşurdu benimle. O yüzden aramızdaki bu sessizlikte göz göze geldiğimizde kendimi tutamadım. Hıçkırıklar boğazımda düğümlenmesine rağmen özgür kalmıyordu belki ama göz yaşlarım sonu gelmeyecek bir hızla yuvarlanıyordu yanaklarımdan.
Dedemin anıları ve babamın varlığını hatırladığım için mi daha çok ağladım yoksa annemin bana attığı o soğuk bakışlar mı canımı daha çok yakmıştı bilmiyorum. Ama hafızamın bir bölümü boşlukta salınıyormuş gibi hissediyordum.
Sahi ne olmuştu da o kadar bitkin düşmüştüm ben? Neden kendimi sürekli bir boşluktan düşer gibi hissediyordum? Cevapsız sorular beynimde belirdiğinde kendimi zorlamadım. Bir anlığına da olsa, son saatlerde belki de günlerde, yaşanan her şey gerektiği kadar bulanıklaşmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Nefret
RomanceBir zaman makinasına ihtiyacım vardı. İki üç dakika önceye gidip o kelimelerin çıktığı ağzımı hiç açmamış olmak istiyordum. O yatakta ona sarılan kollarımı kesmek. Ona aşık olan sikik kalbimi parçalara ayırmak Onu o okul bahçesinde gördüğüm ilk anı...