Burak
Az önce çıktıkları kafede boş gözlerle masaya bakıyordum. Ne kadar süre orada öyle tutuk bir şekilde kaldım bilmiyorum ama kendime geldiğimde, adını hatırlayamadığım kıvırcık saçlı kız karşımda dikiliyordu. Dudaklarının oynadığını görebiliyordum ama kelimeler kulaklarıma değmiyordu.
Gözlerimi kapattım. Biraz önce gördüklerime bir anlam vermeye çalışmaktan patlayacaktı sanki beynim. İkisi arasında nasıl bir bağ olabilirdi ki? Kafayı yiyecektim. Eve gitmem gerekiyordu biliyordum. Ama o sandalyeden kalkacak takatim kalmamıştı.
Bir bardak bira ile sarhoş olmuş gibiydim. Az sonra gözlerimi tekrar araladığımda kızın sesi de netleşmeye başladı. Bana doğru eğilmiş, iyi olup olmadığımı soruyordu. İyi miydim? Sırıttım. Büyük ihtimal bir ruh hastası gibi görünüyordum. Hatta kahkaha atmak istiyordum ama tuttum kendimi.
"O gelen kadın kimdi?" kız anlamadan suratıma bakarken, ben kafamı önüme eğmiş, masayı izliyordum. Ne cevap vereceği umurumda bile değildi. Milyon tane şey söyleyebilirdi. Yalnızca cevabın ne olmaması gerektiğini çok iyi biliyordum. İçimden tanrıya tekrar tekrar o cevabı duymamak için yalvardım. Ama yukarıdakilerin benden başka biriyle uğraşmak gibi bir zevki olmadığı için, bunu ummam bile saçmalıktı.
"Can'ın annesini mi diyorsun?" sonra sesler tekrar kesildi. Gözlerimi sıkıca yumdum.
Ulan hayatımda ilk defa birine karşı bu kadar güçlü bir çekim hissetmiştim, bu şekilde elimden alınması reva mıydı? Ozan'a hiç bu kadar ihtiyacım olmamıştı. O bana ne yapmam gerektiğini söylemekle kalmaz aynı zamanda bu dağılmış beynimi de bir hizaya sokardı. Kardeşlerden neden en iyi olanı ölmüştü ki?
Bir insan ne kadar kötü olabilirdi? Henüz bu sorunun cevabını kendimde bulmamıştım. Ama babam kana susamışlığını Ozan'la bitirmemeye pek meyilliydi demek ki. Şimdi annemi de diri diri mezara gömecekti. Onu terk etmeyi mi düşünüyordu? Hem de onun annesi için? Annem kaldıramazdı. Olanlardan sonra asla hem de. Delirmek üzereydim. Bir şey yapmam gerekiyordu. Her şeyi yoluna koymak için ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Annemle konuşmayı düşündüm çok kısa bir süre. Hemen vazgeçtim. Babamla konuşmak daha doğru olacaktı. Çünkü bu konuyu ondan başkası çözemezdi. Belki yalnızca öylesine bir hevesti? Tek avuntum buydu biraz da. En azından annem biraz daha kendine gelene kadar ona müddet verse, sonra herkes mutlu olabilirdi. Belki ben bile. Sonuçta oğlunun suçu yoktu değil mi? Acaba onun haberi var mıydı? Aklım resmen gidip geliyordu. Karanlık bir sokakta seken pinpon topu gibi. Ne gittiği yön belliydi, ne nereden geldiği. Düşüncelerin yoğunluğundan delirecektim. Peki gördüğüm adam babası mıydı? Cevabı olmayan sorular üst üste binmişti. Gözlerimi omzumda hissettiğim temasla araladım. Kızı ürküttüğümü bilsem de kendimi hızla ayağa kalkmaktan alamadım.
Neredeyse koşarak kafeden çıkarken, arkamdan öylece bakakalmıştı herhalde. Adımlarım eve doğru daha çok hızlanmıştı ki, telefonum tekrar çalmaya başladı. Babam arıyordu. Bilmem kaçıncı kere. Cevap vermedim.
Onu gördüğümden beri, günler geçmiş gibi yorgun hissediyordum, yalnızca saatler geçmişti halbuki. Bizim apartın olduğu sokağa döndüğümde bir şeylerin ters gittiğini anlamıştım aslında. Yine de tam olarak konduramıyor insan. Sokağın tam köşesinde donup kaldığımda, karşımda gördüğüm ambulansın, polis arabalarının ve insan kalabalığının içinde tanıdık bir sima aradım.
Hayır beklenilenin aksine dizlerimin bağı çözülmemişti. Beynim uyuşmamıştı. Kalbim falan durmamıştı. Çok zamandır beklediğim ve sanki daha uzun bir zamandır ertelenen şey gerçekleşmiş gibi hafif hissediyordum. Bunu hali hazırda bilen ruhum vücudumu terk etmişti de, kalabalığın arasından gidip, o merdivenleri usulca çıkmıştı ve kapının arkasından kimse görmeden süzülüp, tavandaki ipin ucunda asılı olan kadının yüzünü kapatan saçlarına dolanmıştı sanki.
Sonra o ruh aynı ruhsuzlukta geriye kayıp, o köşe başında bekleyen vücudumun içine dolmuştu tekrardan.
Tanıdık gözleri gördüm. Kendi gözlerimle, onun bizi terk ettiğine şahit olmadan önce, hayatım artık geri dönülmez bir şekilde değiştini biliyordum. İnsanların arasıdan bana bakarken, merdivenlere çökmüştü. Yüzü ellerinin arkasında ve ağlamaktan şişmişti tüm hatları.
Ne değişik şeydi şu ölüm.. Onu defalarca ölüme mahkum etmesine rağmen, bundan imtina etmeyen adam, şimdi acıklı bir poz veriyordu basamakların üzerinde.
Yine diğer kadın, katil değilmiş gibi, gidip oğluna sarılmış ve avuntuyu ailesinde bulmuştu işte. Çok komik.
Ben de tek kalemde her şeyimi kaybetmiştim ve gözümden tek damla yaş akmamıştı bile.
Ona doğru gitmemi beklediği için sanırım bir süre daha bakışlarını bana kilitledi. Büyük ihtimal benim haricimde bu sahneye şahit olanların hepsi için çok acıklıydı bu halleri. Gülmemek için kendimi zor tuttum.
Arkamı döndüğümde adımı bağırdığını duydum ve onun o iğrenç sesini duymak bana daha büyük bir adım attırdı.
Cebimde cüzdanım ve telefonumdan başka hiçbir şeyim olmadan çıktım yola.
Halamla bir araya gelmeden önce bir süre amaçsızca savruldum ve başlarda kendimi yok etmeye çalıştım. Ama öyle düşünüldüğü kadar kolay olmuyormuş yok olmak.
Haftalar sonra halamla bir araya geldiğimizde, annemin cenazesi çoktan kalkmıştı. Ve ben reşit olmadığım için hiçbir şeye karar veremiyordum.
Sonrası hızlandırılmış bir ileri çekim. Babamla zorunluluk olmadıkça bir araya gelmedik ve resmi olarak halamın yanına taşınmıştım. İki buçuk yılım, yeni mahallemize taşınana kadar adım adım her şeyi planlayarak geçmişti. Hayatta kalmak için ihtiyacım olan tek şey bir amaçtı çünkü. Sanırım tasarladığım bu plan beni ayakta tutuyordu. Ama hayat beni ipler miydi, bilmiyordum.
Çünkü o sıra, insan plan yaparken tanrı götüyle gülermiş lafıyla henüz tanışmamıştım.
En azından bazı şeyleri az buçuk anladık şükür 😁
❤️
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Nefret
RomanceBir zaman makinasına ihtiyacım vardı. İki üç dakika önceye gidip o kelimelerin çıktığı ağzımı hiç açmamış olmak istiyordum. O yatakta ona sarılan kollarımı kesmek. Ona aşık olan sikik kalbimi parçalara ayırmak Onu o okul bahçesinde gördüğüm ilk anı...