Son dakika?

1.4K 114 14
                                    

Burak

Bir zaman döngüsü içinde sıkışıp kaldığınızı düşünün. Tam olarak ne zaman başladığını asla hatırlamadığınız ama hep aynı boktan sabaha uyandığınız, aynı günü yaşadığınız mavaldan bir tek düzelik. Tabii bunun adına yaşamak denebilirse. Ölü bir evde, evle alakası kalmamış bir adamla ve hep aynı şeyleri tekrar tekrar yaşadığınızı ve bu depresif sessizliğin zamanla tüm hücrelerinize işlediğini. Vazgeçersiniz. Vazgeçmiştim. Onu görene kadar sanırım. Sonra, sanki uzun bir süre ama çok uzun, fark edemeyeceğiniz kadar uzun bir süre sonra ilk defa suyun altından kafanızı çıkarmışsınız da nefes alabiliyorsunuz. Kalbim öyle bir acemilikle atıyordu.

Plaja gitmek, güneşlenmek, denize girmek, insanlar, kalabalık... Düşüncesi bile tüylerimi diken diken etmeye yetiyordu. Beynim 'yat yattığın yerde oğlum' diye haykırırken, elimin altında gümbürdeyen kalbim onu görebilme ihtimali ile hızlanıyordu.  

Annem yine ruh gibi, omzunda plaj çantasıyla kapımın önüne geldiğinde, ben yatağımın üstünde sırt üstü uzanmış, hayal kuruyordum. 

"Baban gelmeyecek, görüşmeleri varmış"

Oflayarak doğruldum. Sikik doktorluğunu bir dakika bile bırakamıyordu. Ne diye beraber tatile gelmiştik ki?

"O zaman tamamen bana kaldın kraliçem" yumuşak bir şekilde gülümsedi. Bu kadın resmen bir melekti ve o olmasaydı ne yapardım bilmiyorum.

Hızlı bir şekilde eşyalarımı toparlarken kalbim ağzımda atıyordu.

Acaba plajda olabilir miydi?

Acaba o kıvırcık salak kız yanında mıydı?

Bir ihtimal konuşur muyduk?

Kendimi boş yere ümitlendirmek istemiyordum. Ağırdan alacaktım her şeyi. Ama yine de suratımdaki salak gülümsemeyi bir türlü silemiyordum işte.

"Mutlusun" diye fısıldadı annem. Ayırt edemeyeceği için hayır yalnızca eskisi kadar mutsuz değilim diye düzeltmedim onu ve yanına gidip boynuna sarıldım.

"Seni çok seviyorum" bana çok sarılmıyordu artık ve ben bunun için ona asla kızamazdım.

Önceden her derdim olduğunda onun kucağına koşardım tabii ki. Veya yüzüm her düştüğünde beni kucaklayıp saçlarımı sevmesine o kadar alışmıştım ki ve sabahlara kadar ettiğimiz sohbetlere, beni herkesten iyi tanımasına. O günlerin eskide kaldığını çoktan kabul etmiştim. Şimdiye kadar o hep benim yanımdaydı, artık ben onun yanında olacaktım.

Ellerini yanında tuttu ben ona sarılırken, ama sonra hafifçe bir dokunuşla saçlarımı üstün körü sevmesi ile etrafındaki kollarımı sıkılaştırdım.

Annemin kokusu, bana çocukluğumdaki güzelliklerden kalma tek hatıra. Tüm fotoğraf albümlerinin yok olduğu, konuşmaların kesildiği, belki birbirimizin gözünün içine bakmaktan bile imtina ettiğimiz ev denen mezarlıkta, yaşadığımın veya eskiden yaşananların tek ispatı annemin burnuma dolan kokusuydu.


Kapıdan çıkarken yan gözle babamın elindeki telefonla birlikte bize yan bir bakış atıp, balkona doğru yürümesini izledim. Uğraşmaya değmeyeceğini defalarca tecrübeyle sabitlememe rağmen, yine de yanımdaki ölüden farksız kadına her baktığımda, onu yakasından tutup silkelememek için zor tutuyordum kendimi. Yorgun nefesimi bırakıp, boş verdim.


Sahil çok kalabalık değildi. Güneşin kavurucu sıcaklığı attığım her adımda tenimi yakarken, gözlerim etrafta geziniyordu. İnsanlar öbek öbek aileleriyle şezlongların üzerinde sohbet ediyorlar, bir kaç grup genç voleybol oynuyordu. Biraz daha az insanın olduğu tarafa doğru ilerleyince annem, kolundan tuttum. Normalde olsa ben de kalabalığı ve gürültüyü çekemezdim ama onu görmek istiyordum. Ve aynı şekilde onun da beni görmesi gerekiyordu.

NefretHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin