İstanbul'un bu abuk kışı, apartman kapısından çıktığım an yüzüme vurdu. Sabahın erken saatlerinde uykusuzluk vücudumu iyice ağırlaştırmış olmasına rağmen, adımlarımı bulanık zihnimin gölgesinde hızlandırmıştım. Ne okula gitmek istiyordum, ne onu görmek. Ve uykusuz geçirdiğim gecenin sonunda asıl soru ile hala yüzleşememiştim. Kendimle ilgili olan kısmı netleştirme fırsatı bulamadan, ona sürüklenmem ise aptallığımın zirveye oynamasıydı.
Sınıfa girdiğimde buz tutmuş parmaklarımı kalorifer peteğine dayadım. Sınıfta benden başka yalnızca bir kaç kişi vardı ve herkes benim gibi uyku mahmuruydu. Sandalyemi peteğe iyice yaklaştırıp kollarımı üzerine yaslayıp, kafamı da kollarımın üstünde dinlendirdim. Tuvalette yaşadığımız saçma sapan sahne pişmanlıkla içimi titretirken bilmem kaçıncı kere kendime lanet ettim. Bu duygu neydi? Bıkkınca kafamı kaldırdım. İnsanların gruplar halinde okul bahçesinden ilerleyişlerini izledim dalgın gözlerle. Hava koyu gri, yağmur çiselemeye başlamıştı bile. Hangi mevsimi daha çok sevdiğimi bilmiyorum. Ama kış, en az sevdiğimdi.
Burnuma çarpan bergamot kokusuyla gözlerimi kapattım.
"Çok düşünme bence" buz gibi sesi bana ulaştığında ona döndüm, buz gibi bir ifadeyle suratıma bakıyordu sesine yakışır biçimde. Arkama yaslanıp, kollarımı önümde kavuşturdum.
"Bunu da mı sana soracağım Burak?" adı ağzımda hoşnutsuz bir tat bıraktı. Belki de bakışlarından dolayı, gözlerinden geçen huzursuz ifadenin tekrar soğumasını izledim.
Sessiz bir şekilde suratıma bakmaya devam etti. Benim kalbim yine almış başını özgürlüğünü ilan etmişken, onun böyle soğuk bir şekilde olabilmesi inanılmazdı.
"Senin iyiliğin için" derken sırıtıyordu.
Sonra sınıftakilere hızlı bir bakış atıp, bana doğru eğildi.
"İbne değilim oğlum ben" kelimeyle midem kasılmıştı. Kimdim ben? Ne istiyordum? Bana bu kadar yakın dururken de bunu düşünemiyordum, ondan uzak olduğumda da.
Yüzüm gerilmiş bir şekilde ben de ona doğru eğildim. Aramızdaki mesafe kimsenin dikkat etmeyeceği ama nefeslerimizin birbirimizin yüzüne vuracağı kadar azalmıştı.
"Onu ağzımın içine girmeden düşünecektin" bir anlık şaşkınlıkla tekrar geri çekildiğinde hemen ifadesini düzleştirdi.
"İbnesin yani?"
Bonkörce kelimeyi her sarf edişinde midem biraz daha kasılıyordu. Korku değil ama. Belki en çok korkmam gerekiyordu. Ama sonrasını düşünemeyecek, öncesini tartamayacak kadar çaresizdim. Ne kim olduğumla, ne ne olacağı ile ilgili mantıklı düşünebiliyordum. Tek istediğim şey. Bilmiyorum. Yalnızca o benim yanıma her yaklaştığında, yokluğunu da etkileyecek şekilde içime işlemesiydi. Kalbimin bilinmezi ilan etmek için kırmaya çalıştığı zinciri sonra düşünecektim. İlk önce ona değmem gerekiyordu. Açlık gibi. İlk önce doymam gerekiyordu.
"Öyleysem?"
Yine afalladı. Bu sefer bir önceki gibi hızlı toparlayamadı ama. Çantasını masanın üstüne bırakıp, arkasını döndü ve oturdu. Ben bile neden böyle dediğimi bilmeden, ondan ne söylemesini bekliyordum ki.
"Öyle misin?" arkasını dönmeden sormuştu soruyu, cevap veremedim. Sıranın üzerinde kenetlediğim parmaklarım ağrımaya başlamıştı. Ve istemsizce dizimi titretmeye başladım. Sessizliğimi fark edip bana döndü.
"Öylesin tabii ki" dedi keyifle gülerken.
"ama şu yanlış anlaşmayı da düzeltelim isterim" iyice sırıtmaya başladığında kontağın nasıl attığını ayırt edemedim. Ayağa kalkıp sıradan çıktım ve tam yanında dikilip ona sertçe yürümesini söyledim. Neye güvenerek bunu yaptım bilmiyorum. Ama peşimden geleceğine o derece emindim. Kimsenin uğramadığı unutulmuş eşya odasına girdiğimde kalbim duracak gibiydi. Sırtımı tozlu raflardan birine yaslayıp onu beklemeye başladım. Her geçen saniye umutlarım biraz daha azalıyordu ama biraz sonra kapı aralandı. Tek eli cebinde sinirli bir Burak içeri girip hızlı adımlarla olduğum tarafa yürümeye başlayınca tedirgince dikleştim. Kavga etmek istemiyordum.
"Ben k-kavga için değil" cümlemi tamamlamama asla izin vermedi. Tam önümde durup, mola vermeden iki elini yanaklarıma bastırıp beni kendine çekti. Sırtım raflardan ayrıldığı anda jöleye dönmüş bacaklarım da yalnızca onun bu teması sayesinde hala dik duruyordu. Dudaklarını hınçla dudaklarıma bastırdığı anda tüm bedenimi saran parfümünün ve şampuanın kokusuyla soluğum kesildi. Kalbim artık serbest kalmış, beynim çoktan havalanmıştı ama, yüzümü tutan eli sertleştikçe dudaklarımı parçalarcasına emerek beni öpmesi ile ağzımdan ufak bir inleme kaçtı. Sanırım beklediği fırsat buydu çünkü anında ağzımın içine yolladığı diliyle beni tamamen savunmasız bıraktığında ve tükürüklerimiz birbirimize karışırken, yine birbirine çarpan dişlerimizi umursamadık. Dilimin üzerinde sertçe hareket eden dilini hafifçe geri çekip alt dudağımı ısırdığında ve ağzıyla tekrar ağzımı tamamen kapattığımda ne kadar süredir nefessiz kaldığımı bilmiyorum. İkimiz de aynı anda soluksuz bir şekilde dudaklarımızı ayırdığımızda, onun dudağının üstünde benim tükürüğüm, benim ağzımda ise metalik bir kan tadı vardı. Yüzümdeki ellerinden tekinin boynuma, boynumdan göğsüme doğru indirdiğinde hala tüm bedeni bedenimin üstündeydi. Titriyordum. Elini aynı ağır hareketlerle aşağılara doğru indirirken, ve eli pantolonumun kemerine geldiğinde ne yapmayı planladığını anladım. Bileğini sertçe kavrayıp, elini tekrar yüzüme çıkarıp, aramızdaki mesafeyi açlıkla tekrar kapattığımda bu sefer öpmedi beni. Dudaklarım bir süre dudaklarının üzerinde hareketsizce kıvrandı. Beynim buharlaşıp kokusunun temasıyla geriye tek bir hücre bırakmadığında, elimin üzerindeki elini ilk önce savurdu. Sonra tekrar bir adım geri gittiğinde, ateşler içindeki vücudumun üşüyerek ürpermesine engel olamadım. Gözleri simsiyahtı. Karanlık bir nevi. Kirpiklerinin altından çatık bir şekilde bana bakıyordu. Ne düşündüğünü anlamam için konuşmasına ihtiyaç duymadım tabii ki. Oyun değildi oynadığı. Benimle dalga geçmiyordu. O gözlerindeki ateşin, şah damarındaki atışın, yumruk yaptığı ellerinin yalnızca tek bir anlamı vardı. Ve hiçbir anlamı yoktu. Benden ölesiye nefret etmesini hiçbir gerekçeyle açıklayamazdım. Boğazıma oturan yumruyla ağzımı araladım. Sormam gerekiyordu. Nedenini öğrenmezsem çıldıracaktım artık. Ben öpmemiştim onu bu sefer. O beni öpmüştü. Ve dakikalarca öpmüştük. Dudaklarımının titremesine rağmen konuştum. Gözlerimi kinle dolu gözlerinden çekmeden bu sefer.
"Neden?" başını sonunu tamamlamama gerek yoktu. Gayet iyi biliyordu ne sorduğumu. Hatta belki kelimelere bile ihtiyacım yoktu. Şeytan gibi gülümseyerek iki elini başımın iki yanına dayadı. Tekrar aramızdaki mesafe kaybolmuştu. Burnunu burnuma değiyordu. Bu sefer nefesimi tutmadım. Yavaşça havalanan elim yanağına gitti. Elimin tersiyle pürüzsüz ama terlemis teninin üzerinde gezindim. Dudaklarını burnumun kenarına doğru çekerek derin bir nefes aldı. Sonra kulağıma doğru ilerleyip aynısın yaptı ve boynuma. Boyun girintime yaslanıp ufak bir öpücük kondurduğunda dizlerim gerçekten boşaldı. Yere düşmek üzereyken iki eliyle belimden kavrayıp beni tekrar dikleştirdi. Sırıtmıyordu, gülümsemiyordu. Sinirle bakan o öfkeli gözleri yumuşamıştı sanki.
"Öğreneceksin" diye fısıldadığında aynı onun yaptığı gibi alnımı omzuna yasladım. Ellerim gömleğinin iki yanını tutmuş, sıkıca kavramıştım. Yumruklarım sıkılaşıp avuç içlerim acıdığında bile bırakmadım. Orada öyle hiç konuşmadan kalmak istiyordum. Bir adım geri gittiğimizde tüm büyü bozulacaktı.
Kapının önünde duyduğumuz gürültüyle geriye çekildi. Hala ona tutunan yumruklarımı eliyle itti. Yalvaran gözlerle cevap vermesini beklememe rağmen tek laf etmeden arkasını döndüğünde yere düştüm. Kapıdan aynı hızla çıkıp gittiğinde ise dizlerimi kendime doğru çekip kafamı yeri indirdim. Kirli zemin üzerinde dolaşan gözlerim titriyordu. Boğazımdaki yumru daha çok büyümüş bir şekilde arkama yaslandım. Hala hızla atan kalbimin üstüne hızla yumruk atıp, sinirle bağırdım.
Siktir. Siktir. Yeter!
Kısa süreli bir tatil arifesinde bölüm atıyorum, birazdan yola çıkacağım :) hatta şu an yalnızca bir tane canımm okurum için atıyorum bu bölümü❤️
Öptüms
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Nefret
RomanceBir zaman makinasına ihtiyacım vardı. İki üç dakika önceye gidip o kelimelerin çıktığı ağzımı hiç açmamış olmak istiyordum. O yatakta ona sarılan kollarımı kesmek. Ona aşık olan sikik kalbimi parçalara ayırmak Onu o okul bahçesinde gördüğüm ilk anı...