"Çiçeğim..."
Uyku ile uyanıklık arasında gidip gelirken yüzümde yer yer baskı ve sesler duyuyordum. Biraz daha ayılmaya başlarken aynı baskı dudağımda da oldu. Bunun Jungkook'tan başkası olmayacağını bildiğimden hafifçe gülümsedim. Elleri saçlarımı okşadı sonra yanağımı okşadı.
"Hadi kalk çiçeğim, sabah oldu."
Gözlerimi yavaşça açtığımda karşımda duran manzara, şu ana kadar karşılaştığım en güzel manzara olabilirdi. Bir kedi gibi esnedim. Tüm kemiklerimi rahatlattıktan sonra Jungkook'un güzel yüzüne baktım. Oturur pozisyona gelip kollarımı kocaman açtım ve sarıldım ona.
"Jim'imiz bugün çok sırnaşık sanki, ha?"
Sadece birkaç mırıltı çıkarıp daha çok sırnaştım. O da benim saçlarımı öptü. Kapı yavaşça açıldı ve içeri Hoseok girdi. Ben istifimi hiç bozmamıştım. "Hoseok bir kere, sadece bir kere bizim mükemmel anlarımızın ortasında içeri dallama gibi girmesen olmaz mı?"
"Jungkook!"
"Ne ama Jim hep böyle yapıyor. O kızıl saçlarını yolmak istiyorum."
"Jimin'e platonik olduğun zamanlarda seni kimin teselli ettiğini çabucak unutmuşsun. Tch tch yazık. Jimin, meleğim kahvaltı hazır hadi gel."
"Bak bak bak, beni çağırmıyor bile, hesaplaşacağız Kızıl Kafa."
......................
Kahvaltı masasında bu sefer kendi isteğimle birkaç şey yemiştim. Annemler birlikte bir şeyler yapmak için dışarı çıkmışlardı. Bizde evde öylesine takılıyorduk. Hava sıcak olduğu için kendime dolaptan soğuk bir şeyler almak için mutfağa gittim.
Mutfağa girdiğimde herkes oradaydı. Üçü de buzdolabının başında öylece içine bakıyorlardı. Üçü de aynı anda bana baktı. "Neden dolabın başında üç maymun gibi dikiliyorsunuz?"
"Soğuk bir şeyler bakıyorduk ama yok."
Dolaba doğru ilerledim ve bende baktım. Cidden soğuk bir şeyler hiç yoktu. Dolapta limonları gördüğüm an aklıma annemin o mükemmel tarifi geldi. Hemen dört tane limonu elime aldım. Tezgaha onları koydum ve şeker ile su aldım. "Jungkook nane varmı?"
Hiç ses etmeden dolabı bir daha açtı ve sebzelikten bir demet nane getirdi. Naneyi alıp önce bir sudan geçirdim. Sonra bir kasenin içine yapraklarını ayıkladım. O sırada da üçü de pür dikkat beni izliyordu. Limonları alıp kabuklarını soydum ve nanenin olduğu kaseye koydum.
Kasenin içine sekiz yemek kaşığı şeker koyup elimle biraz yoğurdum. Jungkook ise yaptığım işe değil bana bakıyordu, sanki bir tabloymuşum gibi her bir noktama bakıyordu, hissediyordum. Artık bu halleri biraz da olsa normal geliyordu bana. Bende yaptığım işten başımı kaldırıp ona baktım bir süre. Ama daha sonra ona bakmayı bırakıp on bardak su koydum sürahiye. "Limonları sıkar mısınız?" herkes ikiletmeden yaptı ve bende bir kaşık alarak şeker eriyene kadar karıştırdım.
Dört tane bardak çıkardım ve buz isteyenlere buz koydum. Hepsini tepsiye koydum ve bahçeye doğru yürümeye başladım. Jungkook yanıma gelip yanağıma öpücük kondurmuştu elimdeki tepsiyi alırken. "Bu kadar hamarat olduğunu bilmiyordum."
"Hamartlık değil Kook sadece limonata yaptım."
Herkes ilk yudumu aldığında bana şaşkınlıkla baktılar.
"Jimin bu harika resmen!"
"Biliyorum çünkü annemin tarifi."
Boğazımdan soğuk bir şey geçtiği için çok ferahlamıştım. Gözlerimi kapattım ve limonata içerken ağaçların arasından gelen güzel esintileri hissettim. Jungkook limonatasını bitirip bacaklarıma doğru kafasını koymuştu. Bende yumuşak kestane saçlarını okşadım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝑠𝑝𝑒𝑐𝑡𝑎𝑐𝑢𝑙𝑎𝑟
FantasyJimin nefesi tükenene kadar koşmuştu. O adamdan kurtulduğunu sandı. Evet, kurtulmuştu ama asıl tehlike, kurt ile karşılaştıktan sonra olacaktı. O karşılaştığı kurt hayatını değiştirecekti. Kendini yeniden tanıyacaktı.