Gözlerimi rahatsız eden gün ışığı yüzünden, huzursuzca uyanmıştım. Yanımda Jungkook yoktu. Muhtemelen dediğimi yapıp, ben uyuduktan sonra gitmişti. Bende lavaboda işlerimi halledip salona gitmiştim. Salona geldiğimde kimse yoktu. Mutfağa gidip bir çalışana nerede olduklarını sormuştum. Şimdi ise çalışanın dediği yere, yemek odasına doğru yürüyordum.
Kapıyı açtığımda herkesin orada olduğunu ve kahvaltıya çoktan başladıklarını görmüştüm. Hafif kızgınlıkla bir sandalye çektim ve oturdum. "Uykunu bölmek istemedim. Bu yüzden seni çağırmadım. " Jungkook'un sesini duyduğumda ani bir hareketle başımı ona çevirmiştim. 'Önemli değil' anlamında başımı salladıktan sonra bende yemek yemeğe başlamıştım.
Kahvaltıyı yaptıktan sonra Jungkook, onunla biraz gezmemi istemişti. Bende hayır diyememiştim. Geldiğimden beri sevdiğim bu ormanın içinde geziyorduk ve ben gerçekten huzurlu hissediyordum. Hava soğuk olduğu için yine Jungkook'un montunu giyinmiştim. Pardon kokusuna bayıldığım montu giymiştim.
"Kıyafetlerim sana yakışıyor Park." demişti üstümü süzerken. Ne diyeceğimi bilemediğimden omuz silkmekle yetinmiştim. "Şu bilge, sence benim bu kabus görmemin sebebini de biliyor mudur? Çünkü ben hiç kabus görmem."
"Bilmem, belki-" sözünü yarıdan kesip kafasını arkaya çevirmişti. "Ne oldu Jungkook?"
"Bir şey duyduğumu san-" yine sözünü kesip etrafı süzmeye başlamıştı. Gözleri kahverenginin en güzel tonundan kırmızıya dönünce biraz şaşırmıştım. Aslında buna alışmam gerekirdi ama hala garip geliyordu. "Jungkook ne oluyor? Ne duyuyorsun? Ben bir şey duymuyorum."
Jungkook arkasına bakıyordu ama karşımda kalıplı bir adam duruyordu. Neden buradaki herkes kalıplıydı? "Hey, Jungkook buraya baksan daha iyi olur sanırım." dediğimde önüne dönmüştü. Sinirli bir şekilde karşımızdaki adama bakıyordu. "Vay Jungkook Bey yanındaki tahmin ettiğim kişi mi yoksa?"
En sonunda kendimi parçalayacaktım. Herkes beni tanırken ben neden hiçbirisini tanımıyordum. Bu durum çok kötüydü. Çünkü kendim hakkında bilmediğim şeyleri, tanımadığım insanlar bile biliyordu.
Jungkook beni belimden tutarak arkasına almıştı. "Onu koruyorsun demek. Haklı sayılırsın, ben olsam bende bu dehşeti korurdum."
"Ağzını topla Mingyu, yoksa ben seve seve dağıtacağım." Jungkook sinirle hırlarken daha çok arkasına geçiyordum. Kendimi koruyabilirdim, eğer karşımdaki adam kurt olmasaydı. Mingyu denen adam elini savurarak pençelerini çıkardı. Aynı şeyi Jungkook'ta yaptığında bir ağacın oraya geçip onları izlemeye başladım.
"İşte en sevdiğim Jungkook, hırçın."
"Şimdi görürsün sen hırçınlığı." dedikten sonra Mingyu'nun üstüne atlamıştı. Onlar kavga ederken arkamda hissettiğim bedenle arkama doğru dönmüştüm. Benim kollarımdan yakalamaya çalıştığı an, kolunu döndürüp arkasında birleştirmiş ve beline tekme atmıştım.
Jungkook Mingyu'dan gözünü ayırıp bana baktığında 'sorun yok' tarzında gözümü kırpıştım. Şansıma daha az kısa birisi vardı karşımda, kolayca karşılık verebiliyordum. Biraz daha boğuştuktan sonra adam pençelerini çıkartmıştı.
Siktir.
Evet bence de siktir.
Adamın pençelerinden kaçmaya çalışıyordum, başarılıydım da ama bir süre sonra baş etmek zorlaşmıştı. Şükür ki Jungkook Mingyu'nun haşatını çıkartmıştı. Buraya doğru geldi ve o adamı da bir güzel haşat etti.
Ne haşmetli bir adam görüyorsun değil mi? İki dakikada adamları bir güzel dövdü. Şu boya posa enda-
Kes sesini. Şu an seninle uğraşamam.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝑠𝑝𝑒𝑐𝑡𝑎𝑐𝑢𝑙𝑎𝑟
FantasyJimin nefesi tükenene kadar koşmuştu. O adamdan kurtulduğunu sandı. Evet, kurtulmuştu ama asıl tehlike, kurt ile karşılaştıktan sonra olacaktı. O karşılaştığı kurt hayatını değiştirecekti. Kendini yeniden tanıyacaktı.