Saat öğleni geçiyordu. Jungkook ve Taehyung daha yeni eve gelmişlerdi. Eve girdikleri an Hoseok'un Jimin'e bağırmasını duydular. Hemen salona doğru koştular. Jimin koltukta ter içinde öylece yatıyordu, Hoseok'ta Jimin'in elini sıkıca tutmuş ona enerjisini vermeye çalışıyordu.
Jungkook aceleyle Jimin'i kendini getirmeye çalışıyordu ama Jimin'den ufak bir tepki bile alamıyorlardı. Sadece terler akıyordu Jimin'inden. Jungkook bir yandan hiçbir suçu olmayan Hoseok'a kızıyordu. O sırada Jimin birden hareketlenmeye başladı.
[kabus içinde]
Dikkatsizliğim sonucuydu burada oluşum.
Fakat bu sefer her şey daha gerçekçiydi. Sanki yıllarca burada kalacakmış gibi bitmek bilmiyordu. Ne zamandır bu boş sokakları dolaşıyordum bilmiyordum. Fakat diğer kabuslardan farklı kılan bir şey vardı: kimse yoktu.
Kötü bir şey yaşamamıştım şu zamana kadar, önüme birisi bile çıkmamıştı. Grinin soğuk tonları taşıyan bu yerde bile çiçekler vardı. Ucunda ufak bir akarsu olan çiçeklerin yanına gittim. Her şeyin gri olmasına rağmen bu kırmızı çiçekler tüm canlılığıyla duruyordu karşımda.
Bu çiçeği biliyordum, higanbana çiçeğiydi. Diğer adıyla kırmızı örümcek zambağı. Efsaneye göre bu çiçekler, insanların yollarının ayrıldığı yerde büyürmüş ve bu nedenle Japonlar, birine bu çiçeğin verilmemesi gerektiğine inanırlarmış. Budist yazılarında ise, bu çiçeğin ölülere yeniden doğuş döngüsü boyunca rehberlik ettiği söyleniyor. Önceki yaşamlarımızdan kalan karmayla beraber Higanbana bizlere yeniden doğuş döngüsünü bulana kadar eşlik ediyormuş Budizm inancında. Bu inanç insanların hayatının devam ettiğini ve yeni bir hayata veya yeni bir şeyin başlangıcına başladığını gösterirmiş.
Ben çiçeklere öylece bakarken arkamdan bir ses duydum daha sonra.
"Demek seninle bu lanet yerde karşılaşmakta varmış bebeğim."
Tanıdık gelen sesle dizlerim titremeye başlamıştı. Arkamı dönmeye öyle korkuyordum ki... Emindim, o gelmişti. İkimizin buluşması gereken en berbat yerde beni bulmuştu. Dizlerim titreye titreye kalktım çiçeklerin yanından ve arkamı döndüm.
"N'aber?"
Pişkin pişkin sırıtıp bana el sallıyordu. Biliyordu benden güçlü olduğunu.
"Ne işin var senin burada?!"
"Ne kızıyorsun öyle, bende memnun değilim fakat bak kimse yok, baş başayız."
Gülüşü...gülüşü o kadar korkunçtu ki, beni her an öldürebilirmiş gibi bakıyordu bana. Ondan uzaklaşamaya çalıştım, başka yöne doğru gitmeye çalıştım ancak ben hareket edince saniyesinde dibimde bitmişti.
"Nereye kaçtığını sanıyorsun, konuşmamız gereken şeyler var."
"Seninle hiçbir şey konuşmak istemiyorum, rahat bırak beni.
"Bak sen dedin diye bırakacaktım az daha."
Nefret, nefret ediyordum bu tavırlarından. Konu ölüm olsa dahi dalgaya vurabilecek bir kişiliği vardı. Olduğum yere sabitlenmiştim, uzaklaşmaya çalışırsam bir şey yapacağından korkuyordum. Elleri yanağımı okşuyordu şu an, ellerini sertçe ittim.
"Peki, sen ölmeden önce her istediğini yapmana izin vereceğim."
"Seni öldüreceğim, nasıl? Buna da izin var mı bari?"
Kulağa delice gelen kahkahasını attı bana karşı. Ayıplar gibi 'tch tch' diye sesler çıkardı.
"Çok ileri gittin, onu sana ben yapacağım."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝑠𝑝𝑒𝑐𝑡𝑎𝑐𝑢𝑙𝑎𝑟
FantasiJimin nefesi tükenene kadar koşmuştu. O adamdan kurtulduğunu sandı. Evet, kurtulmuştu ama asıl tehlike, kurt ile karşılaştıktan sonra olacaktı. O karşılaştığı kurt hayatını değiştirecekti. Kendini yeniden tanıyacaktı.