Dakikalardır asıl olmam gereken yerde; Atlas'ın kollarında bomboş yeri izliyordum. Eğer o olmasaydı ne yapardım hiç bilemiyordum ve bilmek de istemiyordum. Benim halimi görür görmez gece yarısı kapılarına dayanmama bile bakmadan sessizce odasına almış hiçbir şey sormadan ve sorgulamadan sadece dizine yatırıp saçlarımı okşamıştı. Parmağındaki yüzüğün demiri saçlarımın arasında gezindikçe yalnız olmadığımı hissetmek biraz olsun beni rahatlatmıştı, en nihayetinde ağlamam durmuştu. Saatten haberim yoktu ama hava aydınlanıyordu. Onu uyutmadığım için suçlu hissediyordum, uykuyu severdi. Yine de hiç şikayet etmemişti.
Aramızda saatler süren sessizliğin ardından kıvırcık tutamlarından birini parmağına dolayıp uykulu sesiyle konuştu.
"Anlatacak mısın artık?"
Anlatsam ne anlatacaktım, nereyi anlatacaktım bilmiyordum. Ben daha neden ayrıldığımızı, neden günlerdir ortada olmadığını bile anlamamıştım ki.
Titrek bir nefes alıp hafifçe kıpırdandım.
"Ayrıldık." Başını hızlıca eğip gözgöze gelmemizi sağladı. Çok şaşkın bakıyordu.
"Nasıl yani?! Onur gelmiş mi?! Neredeymiş lan?!" Dudaklarımı büktüm.
"Bilmiyorum sahile çağırdı sonra da ayrıldı direkt."
Bir süre cevap vermedi. Sanırım kelimelerini seçmeye çalışmakla meşguldü.
"Sen ne yaptın?"
"Tokat attım."
"Harikasın, ben olsam denizde boğardım bir de." dediğinde çok hafif güldüm.
"Güldürme..." diye mırıldandım zar zor.
Ellerini yanaklarıma çıkarıp bilerek bastırarak kötü kötü suratıma baktı. Sürekli boyadığı saçlarından mavi birkaç tutam yüzüne dökülmüştü.
"Niyeymiş? En çok sen hak ediyorsun gülmeyi."
Burnumu çektim.
"Gülesim yok.""Gülesini getir o zaman."
Kaşlarımı çatılmıştı.
"O nasıl bir cümle ya?""Ya bırak şimdi onu, biz ne yapacağımızı düşünelim."
"Bir şey yapamayız ki her şey bitti işte."
"Bir Atlas Sözü der ki; Ben bitti demeden hiçbir şey bitmez. En son söz bizimdir, en son fikir bizimdir, en haklı biziz. Haksız olsak bile haklıymış gibi karşı tarafı ikna ederiz. Öğren artık bunları."
Yutkunup başımı iki yana salladım.
"Yapamam, ben senin kadar güçlü değilim.""Hiç kimse benim kadar olamaz zaten, ben dünya markasıyım ama konumuz bu değil. Sandığından çok daha fazlasısın, kendi gücünün farkına var. Bomboş bir bahaneyle senden ayrıldıysa onu buna pişman et. Ağzına sıç, anasını ağlat, belasını sik-"
"Coştun yine." diye uyardığımda hafifçe güldü. Ben de güldüm.
"Seni ağlarken görmek istemiyorum, çirkin şey." Başkası söylese kırılacağım şeyleri o söyleyince ciddi olmadığını bildiğim için eğlenceli geliyordu bu yüzden gülümsedim.
Elleriyle yanaklarımı ve gözlerimi sildikten sonra kalkmak için kafamı ittirdi.
"Gidelim elini yüzünü yıkayalım sonra da fırına gidip bir şeyler alalım. Kahvaltı yaparız, acıktım.""Bir şey yiyesim yo-"
"Sus, yürü." Yemek konusunun kırmızı çizgisi olduğunu bildiğimden sustum. Ayağa kalkıp beraber lavaboya gittik.
Düzgün bir şekilde elimi yüzümü yıkadığımda biraz daha rahatlamıştım.
Birlikte fırına giderken kafam karmakarışıktı.
————
Onur'dan,
Eve girebilecek kadar bile gücüm olmamasına rağmen daha fazla onunla aynı ortamda kalmak istemediğim için hızla arabadan indim. Doğru düzgün arkasından üzülmeme bile izin vermediğinden yalnızca başım dik eve yürüdüm.
Odama çıktığımda yaptığım ilk şey kapımı kilitlemek olmuştu. Elim hala kapı kolunu sıkı sıkı tutarken alnımı kapıya yasladım. Gözlerim yanıyordu yine.
Biraz orada durup nefes almaya çalıştıktan sonra yatağa gitmek istemediğim için olduğum yere çöktüm. Sırtım kapıya yaslıydı, dizlerimi kendime çekmiş hafif aralamıştım. Elimi üzerimdeki pantolonun cebine götürüp oradan deli gibi sakladığım kolyemizi çıkardım.
Ucunda mavi kelebek olan gümüş zincirli kolye ondan bana kalan tek şeymiş gibi hissediyordum. Canım pahasına bile olsa bunu saklardım, öyle de yapmıştım. Elimi saçıma daldırıp diğer elimde kolyeyi sıkıca tuttum. Büyük bir heyecan ve biraz da utangaçlıkla kolyeyi verişini hatırlıyordum.
Onun haberi yoktu belki ama benim 19 yıllık hayatım boyunca aldığım en iyi hediyeydi.
Zincirinden hafifçe havaya kaldırdım ve sallanan kelebeğe baktım. Saçlarımdaki diğer elimin üzerine kelebeği koydum. Yaklaştırıp mavi kelebeği öptüm. O gün onun dudakları değmişti diye bunu her yapışımda rahatlıyordum.
Önce güzel dudakları, sonra asla zümrüt yeşili değil deniz yeşili olan gözleri, küçük ve kızarık burnu, yine kızarık yanakları aklıma geldiğinde kalbim ısındı. Onu sadece hatırlamak bile kalbimi ısıtabiliyordu.
Aklıma ister istemez birlikte geçirdiğimiz her şey doluşmaya başladığında şu an geldiğimiz hale bakarak yeniden ağlayasım gelmişti. Önceden neredeyse hiç ağlamazdım ancak şu 2 haftada ömrümde dökmediğim kadar çok gözyaşı dökmüştüm sanırım.
Bunun sonunun gelmeyeceğini bildiğimden kolyeyi cebime geri atıp ayağa kalktım. Üzerimdeki ceketten kurtulup odamdaki duşa girdim. Pantolunumu ve tişörtümü sıyırdığımda aynaya bakmaktan kaçındım çünkü berbat bir halde olduğumu biliyordum. Kendime her zaman önem veren bir yapım vardı ve vücudum için de epey uğraşmıştım zamanında.
Kıyafetlerimden tamamen kurtulup duşakabine girdim. Duş almanın bile beni rahatlatmayacağını bile bile suyun altında yine saatlerce bekledim. Sıcak su gövdeme temas edince yaralarım sızlıyordu. Özellikle bazı yerler vardı ki çok fazla sızlıyordu. Onların ileride bile geçmeyeceğini düşünüyordum.
Duş alıp giyindikten sonra kendimi sırtüstü yatağa bıraktım. Kendimi hiç olmadığım kadar boş hissediyordum. Kalbim acıdan kasılıyor, beynimi uyuşturuyor ve gözlerimden yaşlar akmasını emrediyordu. Tokat attığı yanağımda hafif bir sızı vardı ama bu canımın acısından değildi. Beni tekrar affedeceğini, öyle bir iyilik yapacağını sanmıyordum. Ben zaten onu en başta yıkmıştım. Enkazların arasından onu ve kendi benliğimi yeniden bulabildiğimde bu sefer beraber yıkılmıştık. Kendimin değil ama onun canının acımasını istemiyordum. Zaten şimdiye kadar benim yüzümden çok fazla acımıştı, şimdiden sonrasında üzülmesindi. Nerede ne halde olduğunu bilmeyi çok isterdim ama yapmamalıydım. Onun canı söz konusuyken asla olmazdı bu.
Çok yorgundum. Göründüğümden, anlattığımdan hatta hissettiğimden bile daha çok yorgundum. Hem fiziki hem ruhsal bir yorgunluktu ve bunu ne uyku geçirebilirdi ne de başka bir şey.
Benim ilacım zaten belliydi.
————
ilk kez Onur'u da 1. kişi ağzından anlattım biraz kararsız kaldım ama böylesi daha iyi oldu sanırım.
herkesin bir Atlas'ı olsa kimse üzgün olmazdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Elma Ağacı (bxb)
Fiksi RemajaBir homofobikle aynı evdeyken hayatta kalma sürem ne kadar olabilirdi? Not: Yazdığım ilk kurgu olduğu için cringe öğeler fazlasıyla mevcuttur.