Sesim çıkacak kadar ağzım açık olsaydı çığlığım tüm ormandan duyulmuştu. Ağzımı kapatan ele vuruyor, tüm gücümle çekmeye uğraşıyordum. Kendimi geriye atıp arkamdakine de dengesini kaybettirdim. Onun üzerine düşmüştüm, gerçi yerde oturur pozisyondan olduğumdan pek de düşmek sayılmazdı. Beni bırakmamıştı ama anlık olarak gücünü azalttığım için rahatlıkla elini ısırabilmiştim.
Dişlerimin arasından kütürtüler çıkmıştı. Sinirden kahkaha attım, dönüşmeden dahi insan ısırmam gerekmişti. Yana çekildim, yerden kalkıp kaçmaya çalıştım. Ayaklarım bana ihanet ediyordu, korkudan kalkamıyordum. Yüzümü ona döndüm, sırtım buz gibi soğuk kayalara yaslanmıştı. Refleks olarak geriye çekilmeye denemiş, yapamamıştım.
Elioot tam karşımdaydı. Isırdığım eline tiksinerek bakmış, cebinden çıkardığı bir bez parçasıyla güzelce silmişti. Hatta kusmak istediğine yemin edebilirdim. Bezi tekrar incelediğimde bir fular olduğunu anlamıştım, kenarı atıp yeşil gözlerini gözlerime dikti. "Pardon... Burada söylenecek en son şey... Biliyorum ama... Bir daha ki sefere salyanı bulaştırmasan olur mu?" Yakasını tutup birkaç kez öğürdü, bilerek yapmamıştı. Refleks olarak yapmıştı, gerçekten iğrenmişe benziyordu. "Şimdiden teşekkür ederim hanımefendi."
Ağzımı neden kapadığını anlatmasını beklemiştim. Salya konusuna hak veriyordum, oldukça iğrenç olmalıydı. Okuldaki biri konuşma yaparken yüzüme tükürükler saçsa inanın ben de benzer tepkiler verirdim, tabi kibarca konuşamazdım. Öte yandan bana zarar vermemesi öldürmeyeceğini kanıtlamazdı, arkamda belirmesi aşırı korkutucuydu. Hâlâ tam anlamıyla sakinleşememiştim, gözlerim kocaman açıktı. Kalbim acıyordu.
Bedenim kaçma-uzaklaşma girişimlerine son vermişti. Olduğum yerde kalmaktan başka seçeneğim yoktu. On beş saniye bile olmamış olsa da gözlerine sanki yıllardır bakmıştım, hızlıca başka yöne bakıp yine de gözlerimi ondan ayırmadım: Silahı olup olmadığını kontrol ediyordum, keskin nişancı tüfeği siyah demir kemerle sırtına asılıydı. Gözlerinin hemen altını siyaha boyamıştı, pandayı anımsatıyordu.
İlk cümlem özür dilemek olacaktı ki bunun aptalca olacağını anında fark ettim. "Ne? Farkında mısın bir an da arkamda belirdin?" Elimi havaya kaldırdım, bunu yapmak aramıza korunaklı bir duvar inşaat etmişim gibi hissettirmişti. "Başka seçeneğim yoktu."
"Evet, biliyorum." İşaret parmağını soluk pembe dudaklarının üstüne götürdüğünde ısırığımla gurur duymuştum, şahaneydi. Dişlerimin izi çıkmış, derisini kızartmıştı. Çok geçmeden moraracağına emindim. "Şimdi sessiz olursan sevinirim, onları vuracağım."
Tartışmaya ara vermek gayet mantıklı olacaktı, itiraz etmedim. Çıkardığımız seslerden yerimizin şimdiye dek anlaşılması lazımdı, şans eseri bulunamamıştık. Onun ne yapacağını izlemeye başladım, bir süre olduğu yerde durup gözlerini benden uzaklaştırdı, yere odaklanmıştı. Sol eli kayalıkların üzerindeydi. Tüfeği hâlâ sırtındaydı, alıp ateş etmeye hazır hale dahi gelmemişti.
Sol elinden güç alarak aniden ayağa fırladı. Hızlıca sırtına uzanıp tüfeğini almıştı, silahı alıp ateş edeceği yeri hiç kontrol etmeden gelişigüzel ateş etti. Bacaklarının hizasını koruyordu, ayakları hiç hareket etmiyordu. Başka yönlere ateş edeceği sıralar yalnızca bedeninin üst kısmını çeviriyordu. Üç adet atış gerçekleştirmişti, başarılı olup olmadığını bilmiyordum. Yalnızca elimden izlemek geliyordu. Yüz mimikleri iyi veya kötü gittiğini anlamam için çok donuktu.
Tüfeğin namlusunu hafifçe aşağı çevirdiği an da hemen arkasını döndü, döner dönmez de ateş etti. Toplam dört adet atış yapmıştı, hepsinin başarılı olduğuna karar kılmıştı. Silahın dürbünüyle etrafı kontrol etmeye koyulmuştu. "Dörtte dört, gayet iyi." Suratı asılmıştı. "Ama daha da iyi olabilirdi."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖTEKİLER | Tamamlandı ✔
Science Fictionİnsanlar kendi cezalarını kendi yaptı. Hastalıklılar durduk yere ortaya çıkmış olamazdı, onları insanlar üretmişti. Berbat virüs tasarımlarının amacı her ne ise nefret ettiğim kesindi. Ülkeler arasında olan yarışlardan dolayı da bu halde olabilirdik...