Peki Öyleyse

317 101 135
                                    

2.Gün

Şaşırtıcı şekilde hâlâ elektrikler gitmedi. Etraftaki insanların sesleri artık hiç gelmiyor. Yiyecek stoklarımızı saydım: Dört paket mısır cipsi, iki paket yuvarlak cips, on üç bisküvi, iki buçuk litrelik gazoz, üç paket şekerleme, dört paket noodle, iki hazır sandviç. Bunların dışında sebzeler de var, çürümeden yemeyi planlıyoruz. Annem öldürüldü.

3.Gün

Akşam saatlerinde elektrikler gitti. Havalandırmalardaki farelerin seslerini duyuyorum. (Son not: Eğer haşereler de dönüşüyorsa bittik.)

6.Gün

Umarım fareler dönüşmüyordur. Ciyaklama sesleri sinirimi bozuyor. Telsizle abime ulaşmaya çalıştım, başardım da. Sadece adımı söyledi ardından çığlıkla konuşmamız yarıda kaldı. Aramaya geri dönüş yapmadı. Kendimi berbat hissediyorum. Odama gidip ciddi ciddi kafama sıkmayı düşündüm. Annem hayatta en çok sevdiğim kişiydi. Vurulduğu an bile elinde dördümüzün fotoğrafı vardı. Neden o resmi tutuyordu bilmiyorum. Şimdi ise geriye kırık çerçeveler, kanlı fotoğraflar kaldı. Kendime zarar vermiyorum çünkü yaparsam bir daha birbirimizi göremeyeceğimizi biliyorum. Anne... Seni seviyorum.



Salgın ilk başladığı andan itibaren on gün oldu. Alt katta ki oturma odasının camını kırdılar, öncesine camların önüne malzeme yığdığımız için sorun olmadı. Her geçen saniye etrafıma toplanmaya devam ettiler. Hastalıklıları boş vermiştim, etrafta dolaşan manyak daha tehlikeliydi. Yakalanırsak bizi affetmeyecekleri kesindi, annemi affetmemiştiler. Diğerlerini nasıl ikna edeceğimi bilmiyordum ama gözlem yapmak, yemek toplamak istiyordum. Keşke sadece istemekle kalsaydı, yapmak zorundaydık. 

Belki gece kimseye görünmeden dışarı çıkabilirim. Sıranın Olivia'da olduğu zamanı seçersem şüphelenmeyecektirler, tuvalette gitmem gerektiğini söylerim. Nöbet sırasını bana atana kadar tahminen iki saatim olur. Tabi... Hastalıklıların ışığa duyarlı olup olmadıklarını öğrenmeliyim. Etrafımı göreceğim derken kendi ölümüme sebebiyet vermek istemem. 

"Hey Liv, sana kahve yaptım." Bardağı  tezgaha bıraktı ( elektrikler olmadığından soğuk su ile kahve tozunu karıştırıp yapmıştı. Normalde olsa yaptığı tuhaf karışımın yüzüne bile bakmazdım). Hafifçe gülümsemeye çalıştı. Üstünde benim siyah deri cekettim, koyu yeşil taytım vardı. Dalgalı kıvırcık saçları ekstra arkadaş canlısı gözükmesini sağlıyordu. "Pars'ta yanımızdayken konuyu açmamda yarar var." Ne diyeceğini kestiremiyordu, kafasını önüne eğdi. "Artık evden gitmemiz gerektiğini düşünüyorum. Abinden çağrı gelmiyor, yemek stokumuz azalıyor, her saat daha çok hastalıklı etrafımızı sarıyor." Kendine noodle hazırlamakla meşgul olan Pars bu tarafa dikkat kesilmiş, taburesini çekip oturmuştu. 

Olivia'nın dediklerine sonuna kadar katılıyordum. Yakın zamanda evi terk etmeliydik, bundan kurtuluşumuz yoktu. "Seninle aynı fikirdeyim."

 "Ne yazık ki ben değilim. Yemeklerimiz henüz bitmedi. İllaki salgını kontrol altına almış yerlerden yardım gelecektir." Çatalını tabağına daldırdı. Ağzına tıkabileceğinden de çok yiyeceği aynı an da tıkmıştı. Normalde yavaş yavaş yemek yiyen birisiydi, bu kadar çok yemeği aynı an da tıkması konuşmak istemediğini gösteriyordu.

 "Daha önce bir geri zekalı olduğunu hiç  demiş miydiler? Ya nasıl tüm derslerinden tam not alıp bu denli salak olursun?" Arkasına yaslanıp pis pis sırıttı. Saldırmamak için zor duruyordu. Açıkçası ikisi kavga ederse ben sadece tezahürat yapabilirdim. Kavgayı kimin yeneceği açıktı, ayırmaya çalışırsam Olivia beni tavana fırlatırdı. 

ÖTEKİLER | Tamamlandı ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin