I

9.2K 496 295
                                    

Bts- Spring day

"Şu anda gelip geçen zamandan bile nefret ediyorum."

22.03.22

Geçmiş bizi yanıltabilir. Çokça aldatır ve incitir. Ama biz tüm bunları, geçmiş diyerek sineye çekeriz. En büyük hayatımızı yapsak dahi, 'geçmiş' deriz. Oysa bir şeyin geçmiş olabilmesi için sadece zaman yetmez. Gerçekten sizden geçmesi gerekir.

Siyah saçlı adam kızaran gözlerini sakin bir uyuşukluk ile siliverdi. Bugün çokça ağlayacağa benziyordu. Ondan geçmeyen geçmişi için.

Geçmiş, geçmiyordu işte. Her zaman peşinizden geliyor, boğazınıza yapışıyor kalıyordu. Sizi yavaşça öldürüyor zaman geçtikçe, geçmişte kalması gerekirken daha çok kaplıyordu.

Öldürüyordu sizi, fakat siz alıştım gibi yalnız fanilerin kullanacağı aptal avutmalar ile kendinizi geçiştiriyordunuz. Hayır, yanlış anlayın istemem. 'Siz' hitabından kastım; bizler.

Hepimiz kandırıyoruz kendimizi. Her zaman yaptığımız gibi, bir şeye inanıyor, parçalara ayrılıyor ve normalmiş gibi davranmaya zorluyorduk kendimizi.

Önce dışarıyı kandırıyorduk. 'Her şey iyi, ben iyiyim.'

Sonra kendimizi kandırıyorduk. Ben iyiyim, her şey iyi. Ama bunun özünde hepimiz paramparçaydık işte. Çevremizde bizimle birlikte olan onlarca nefes ile paramparçaydık. Ensemizde ve yanımızda olan o nefesler, hepsi ile.

En zoruda neydi biliyor musunuz? Bir nefesin ensenizde mi yanımızda mı olduğunu kavramak.

Yakınınızda olduğunu bildiğiniz kişi aslında kimdi? Uzakta durduğunuz kişi kimdi, bilemiyordunuz.

Yakından tanıdığınız, tüm tabularınızı yıkıp, ön yargıları silerek yaklaştığınız o kişinin nefesini ensenizde hissedebilirdiniz.

Ve sizden onlarca metre, hatta belki kilometrelerce uzakta olan o kişinin nefesini dudaklarınızda hissedebilir kalbinizin atışlarıyla haykırabilirdiniz.

Asla yakınınızda olmayan o kişi nefesinizi kesebilir ya da nefesiniz olabilirdi. En kötüsü o kişi aynı anda, hem nefesinizi kesebilir hem de nefesiniz olabilirdi. İşte asıl korkunç olan buydu.

Onların hikayesi de bu değil miydi? Birbirlerine bir nefes kadar yakınken uzak durmuşlardı önce. Korkmuş ve kendilerini avutup durmuşlardı. Heniz yirmili yaşlarına yenş bastıkları sıra edindiklei kompleksleri uğruna hem birbirlerine kandırmış, hem kalplerini kırmışlardı.

"Baba!" Gözlerini kırpıştırarak daldığı yerden çekti bakışlarını siyah saçlı adam.

"Yeon-ah!" babası ona doğru koşan küçük kızı sevinç ile karşılayarak, kollarını açtı. Minik kız, siyah saçlı adamın kolları arasına girmiş sonrasında hızlıca kolları arasından çıkarak elimdeki papatyaları ona uzatmıştı.

"Bahar gelmiş, bak!" Adam gülümseyerek kafa salladı. Oysa me çok nefret ederdi bahardan.

Adam kıkırdayarak papatyaları, ince parmakları arasında tutarak incelemişti. Minik kız ise bankta yanına oturarak ayaklarını sallandırmıştı.

"Çok güzeller," diyerek gülümseyerek kızına döndü adam. Kızı ise çok bilmiş bir tavır ile tam çıkaramadığı kelimeleri söylemişti.

"Senin kadar değil." Bunu net bir kararlılık ile söyleyerek kafasını çevirmişti.

"Öyle mi?"

"Evet değil. Bu dünyadaki en güzel şey sensin." Adam kıkırdamış ama kafasını iki yana sallamıştı.

"Hayır," Kızına sokularak tombul yanağına bir öpücük kondurdu.

"Bu dünyadaki en güzel şey olduğunu biliyorsun." diyerek o da kızı gibi kararlılık ile konuşmuştu.

"Hayır baba! Sen çok güzelsin, ben değilim ama biliyorum büyüyünce senin gibi çok güzel olacağım." Adam onun çok bilmiş haline gülerken yeniden öpmüştü.

"Hadi biraz daha papatya topla ve taç yapalım." Kız sevinç ile birkaç çiçek daha kopararak getirmişti adama.

Adam çiçekleri hiç sevmezdi. Baharın simgesiydi çünkü onlar. Ama yinede seviyor gibi yapıyordu kız için.

Küçük kız etrafına bakındı. Öncekilerde koşarak sevinçle çiçek getirirken şimdi somurtarak, omuzlarını düşürmüş bir şekilde geliyordu.

Çiçekleri babasının parmakları arasına tutuştururken, çekingen tavrı ile kafasını eğdi.

"Baba.." dedi. Şimdi çok kıracaktı babasının kalbini.

"Gelecek bahar, babam da bizimle olacak mı?" Adam bu duyduğu şey ile kafasını kaldırarak önce kızına sonra arkasında duran evli çifte baktı.

Bunu neden dediği açıktı.

Derin bir nefes aldı, "Hem belki senin bana yaptığın güzel taçlar gibi, sana da babam taç yapar. Ama dünya üzerindeki en en güzel tacı. Çünkü sen ona layıksın." Adam kırgınca gülümseyerek tacı kızın ipek gibi olan saçlarının üzerine yerleştirdi.

"Baban bizimle olma-" Küçük kız kafasını kaldırarak burnumu çekti.

"Babam hiç gelmeyecek değil mi?" Ağlamaklı çıkan sesi ile arkasını dönmüş evli çifte bakmıştı.

Babası ise omuzlarından tutarak onu kendine çevirmişti. Yeona'nın kalbinin kırıldığını biliyordu. Ve bir çocuk kalbi kırılmamış gibi yapsa da, unuttum dese de asla unutmazdı.

"O nasıl söz Yeona?" Diyerek kaşlarını çattı.

"Baban diğer bahar gelecek. Söz." Yeona burnunu çekti.

"Ama bu ikinci bahar oldu. Hani bu bahar gelecekti?" Adam gülümsedi.

"Babana inanmıyor musun Yeon-ah!" diyerek hafifçe kızdığında kız bakışlarını gözlerine çıkardı.

"Ne yani gerçekten gelecek mi?" Babası asla söz vermezdi. Ama az önce söz vermişti ya! Diğer babası gelecekti demekti bu. Babası diğer bahar gelecekti.

Ya da adam gerçek bir hata yapmış, aptal bir söz vermişti. Sonrasında ise bu sözü için her gece dua edip gerçekten mahvetmişti her şeyi.

Jeongin, Hyunjin'in gelmesini istemiyordu. Kızının aksine Jeongin, Hyunjin'i istemiyordu.

Çünkü Jeongin önceden 'biz' olmaktan kaçan Hyunjin'den nefret ediyordu. Önceden biz olmak istemeyen Jeongin'den de nefret ediyordu.

Jeongin; "önceki biz, olamayan bizden nefret ediyorum." diyordu her defasında. Çünkü geçmişteki onlar, hâlâ canını yakmaya devam ediyordu.

-*-

hikayeyi zaman atlamalı yapacağım. bu yüzden biraz hızlı gelişti diye düşünebilirsiniz, zaman atlamalarına dikkat edin.

Ve bu bölümden sonra gelen bölümler için wtf olabilirsiniz çok şey etmeyin

ghosting | hyuninHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin