"Orospu çocuğu." diyerek sinirle tıslayan Minho'ya döndü.
Minho'nun Hyunjin'i sevmemesi için bir çok etken vardı ortada. En büyük etken belliydi zaten, Hyunjin Jeongin'i çok üzmüştü.
Bu yüzden Minho çok sinirliydi, fakat diğer yandan Jeongin'in birasını yudumlarken anlattıkları pek eskisi gibi değildi. Sesi sinirli ya da umursamaz çıkmıyordu. Gözü uzağa dalıyor, kaşları çatılıyor, iç çekip duruyordu. Üstelik ona dün geceyi anlatırken Hyunjin'in kızarık gözlerini öyle bir betimlemişti ki Minho görmüş kadar olmuştu.
Jeongin anlatırken sürekli kendinin hatalı olduğunu vurgulayıp duruyordu, kendi de farkındaydı gerçeğin ama alttab alttan savunuyordu yine de Hyunjin'i.
Minho ise küfürünün ardından başını eğen Jeongin'e baktı. Birkaç sene öncesinde bu küfürlere güler ve aynı şekilde karşılık verirdi. Ama şimdi bu onu üzmüş gibiydi.
Korktuğu başına geliyordu.
Minho tabiki Jeongin'i çok iyi tanırdı. Onunla büyümüş, onun büyüyüşüne şahit olmuştu. Ve şimdi karşısında derince iç çeken Jeongin, kesinlikle tanıdığı kişiden uzaktı. Belki de aşk böyleydi, değiştiriyor ve yıpratıyordu insanı. Olduğu kişiden uzaklaştırıyordu.
Jeongin her ne kadar iyi kalpli, yardım sever biri olsa da bazı prensipleri vardı. O asla kendine yapılan kötülüğü unutmazdı. Kinci fakat sakin biriydi. Öfkeli değildi, duygularını hiçbir zaman yüksek yaşamazdı.
Bu yüzden anlayamamıştı başta Hyunjin, onu sevip sevmediğini.
Fakat, Hyunjin'in onca yaptığından sonra Jeongin şimdi hiç de olması gerektiği gibi değildi. Normal Jeongin olsa, ya da belki karşısında başka bir insan olsaydı Jeongin ona yapmadığını bırakmazdı. Öyle şeyler yapardı ki o kişi Jeongin'i tanıdığı güne lanet okurdu.
Belki karşısında başkası olsaydı basit bir hamle ile tüm zaaflarını bildiği adamı yıkabilirdi. Ama şimdi o adam, onun zaafıydı zaten. Onu yıkmak, resmen kendisini yıkmaktı.
Teneke kutuyu ıslak dudaklarına götürdü ve daha büyük bir yudum alarak dibindeki sıvıyı içti.
Biten şişeyi yanına koyarak bir tane daha almak için buzdolabına yöneldi. Minho ise gözlerini açmaya çalışarak ona bakıyordu, yeterince içmişlerdi.
"Jeongin, bu kadar yeter. Miden ağrıyacak sonra.." diyerek arkasını dönmüş ve ayaklanmıştı. Ancak Jeongin onu umursamadan açtığı kutuyu hızlıca dudaklarına götürmüştü.
"Susamış hissediyorum, bırak da içeyim işte." dediğinde Minho kaşlarını çatmıştı.
"Onu hâlâ seviyor musun cidden?" dediğinde Jeongin gözlerini büyütmüşyü.
"Ben mi? Onu?" gülerek kafasını iki yana salladı. Fakat Minho da kafasını aşağı yukarı sallamıştı.
"Seviyorsun işte. Aptal." dediğinde Jeongin gülümsedi.
"Ne fark eder?" dediğinde Minho kaşlarını çatmıştı.
"Onu sevmem neyi değiştirir ki hyung? Ona yalan söylerken de, bana ulaşmasını engellerken de onu seviyordum." biradan tekrar bir yudum aldı ve yorgunlukla gülümsedi.
"Sevginin bir boka yaradığı yok. Ben istediğimde o gelmedi, o beni aradığında ben yoktum. Şimdi biz yokuz."
Yorgun hissediyordu. Hiç olmadığı kadar hem de.
Yıllar sonra ilk kez bu kadar yoğun hissediyordu bu duyguları. Normalde de Hyunjin'in varlığını çokça hatırlardı. Yeona sayesinde aklına her seferinde bir anıları doluşur öylece kalırdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ghosting | hyunin
Fanfiction[ hyunin mpreg story. ] Ben bir tek seni sevdim, ama en çok sana kırgındım Hyunjin.