2014 Mart
Mart ayının sonlarına doğru Nisan'ı müjdeleyen yağmurlar başlamıştı. Havalar eskisi gibi soğuk değil, hafif rüzgar esip sanki kışın bitişini müjdeliyordu. Mahallede ki bazı ağaçların yeşermesini dükkanın önünde içtiği çayı yere bırakırken fark etti Mahir. Derya'yla üç gece öncesinde konuştukları hala kulağında bir çınlama eşliğindeydi.
"Söz vereceksin!" demişti, o söze bir ömür boynu kıldan inceydi. Dükkana çat kapı giren yirmi yıllık dostuna bile yalan söylemişti. Tam karşısında oturan dostu onu tartar gibi bakıyordu.
"Doğru yani, sen çağırdın Derya'yı oraya?" göz bebeğindeki hareleri yanıyordu sanki, elinde ki tesbihini sımsıkı tutan adama bakarken ne düşünmesi gerektiğini düşünüyordu.
Ahmet çaktırmadan onu kontrol ediyordu o da işin gerçeğini adı gibi bildiği için Mahir'in nedeniz yalanını anlamaya çalışıyor ama susuyordu.
"Doğrudur bilader" dedi sadece.
"İlk söylediğinde inanmamıştım bizimkine ama sen doğru diyorsan doğrudur kardeşim." Dedi Fırat sakince. O hafif omuzlarını öne eğip karşısında ki adama bakmamaya özen gösterdi. Bile isteye yalana dahil olmak ağır gelmişti.
"Yapmasaydın keşke, millete sakız olduk" dedi sessizce.
"Kusura bakma, ben sadece Derya'yla konuşmak istemiştim. Niyetim kötü değildi Fırat" koyu kahve gözlerinde en ufak bir titreme bile yoktu. Fırat başını sallayarak ona inandığını belli etti.
"Oğlum ben kendimden çok güveniyorum sana. Ben mahallede sizden başka kime güvenebilirim." Dedi gülerek. Yalan kalın bir halat gibi boynuna dolandı Mahir'in, Fırat ona gülerken daha çok sıktı boğazını. Konuyu kapatmak için oradan buradan konu açan Ahmet'i bile duymuyordu artık. Birkaç gün önce babasıyla konuşan Rıza amcanın da ona bu soruyu soracağından emindi. Tahminlerinde de yanılmamış, Fırat tamirhaneden çıktıktan bir saat sonra onu ziyarete gelmişti adam.
"Çayın var mı Mahir?" dedi ona doğru. Ellerini hızlıca eskimiş beze süren adam telaşa kapılmamak için rahat davranmaya çalıştı.
"Var Rıza amca, hoş geldin buyur geç. Sepet! Oğlum bize iki çay getir"
"Hemen usta!" dedi küçük çocuk. Mahir dükkanın açık kapısının önünde ki iki tabureyi çekip oturdu. Rıza bey omuzları hafif düşmüş ama yüzünde de önemli bir konuyu konuşacağı belli vaziyette duyuyordu.
"Çok iş oluyor mu?"
"Oluyor çok şükür"
"Allah utandırmasın, işiniz gücünüz rast gitsin oğlum" dedi Rıza bey, önlerine konulan çaya uzanmadan önce şekeri aldı eline. Rıza bey nasıl konuşacağını yol boyunca enine boyuna düşünmüş en sonunda hiç uzatmadan konuşmanın daha iyi olacağına karar vermişti.
"Bak oğlum beni tanırsın, bende seni çocukluğundan beridir tanırım. Bir yanlışını asla görmedim ama bu son olanlar.." Yaşlı adam biraz çekinerek ona bakan adamın doğrudan gözlerine baktı.
"Babanla da konuştum bu konuyu, senden saklayacak değilim. Eğer niyetin ciddiyse Derya'mın da sende gönlü varsa gönül rızasıyla adı koyun." Donuk ifadesini bozmadan karşısındaki yaşlı adama bakıyordu Mahir. Dili tutulur gibi oldu bir şey diyemezken içinde büyüyen heyecanı artmıştı.
"Niyetiniz ciddi değil mi?" dedi adam sessizliğine yorarak.
"Ciddi tabi Rıza amca, ben Derya'yı çok seviyorum-" duraksadı tekrar doğrudan bunu Derya'nın babasına söylemenin mahcubiyetini yaşadı. Yaşlı adam biraz bekleyip başını salladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UNUTULMAZ
RomanceMahallenin başında ki duvarda yazılıydı o yazı ve yıllar geçse de silinmemişti hiç. Ne yağmurlar yağmıştı o duvarın üzerine kaç kış geçmişti kaç bahar ve Mahir dikilip de karşısına her okuduğunda yanan yüreğine öfkeliydi. "Derya'sına kavuşamadı Mah...