Dostlarım♥️ Bölümleri yıldızlamayı unutmayın🌹
'Sabah kahvemle' birlikte ofise doğru ilerledim. Koridorun sonundaki kapının ardında, soluk renkli duvarlara sahip küçük bir oda beni bekliyordu. Odanın içinde yankılanan aydınlatma cihazlarının titrek ışıkları gözlerimin derinliklerine kadar nüfuz ediyordu. Duvarları kaplayan gri dosyalar ve sayısız kağıt yığını arasında sadece bir gölge gibi var olan bilgisiz yüz çoktan işe koyulmuş ve çalışıyordu. Ofisimdeki tek pencerenin perdesini aralayarak kısa bir süre dışarıyı izledim. Ancak camın ardında gördüğüm manzara, gri tonların hüküm sürdüğü bir dünyadan başka bir şey değildi. Belki de bu defa başka bir manzarayla karşılaşma umuduyla bakmıştım. Her sabah olduğu gibi yine yeni bir umutla. Ofisteki tek pencere yöneticinin masasının yanında yer alan siyah güneşlikli, dar, oval pencereydi. Masama yöneldim ve sıcaklığıyla hafifte olsa elimi yakmaya başlayan kahvemi masanın üzerine bıraktım. Ofis masamın üzerinde duran soluk renkli bitki, bu gri dünyanın içinde belirginleşmeye çalışan tek rengin damlasıydı. Ancak onun bile varlığı bu soğuk, ruhsuz yerde kaybolmuş gibiydi. Masanın cilalı yüzü beni karşılayarak soğuk ışığında kendimi görmemi sağladı. Masamın üzerine, Murat Bey tarafından takvimin kenarına sıkıştırılmış olarak duran bir not bırakılmıştı.
Allahım! İçimde bir fırtına koptu. Koşup ofiste zıplamamak için kendimi çok zor tuttum.Notta yazılanlara göre bu akşam saat 22.30'da sokağa inmem gerekiyormuş. Eski bir kitapçı dükkanından muhakkak elden teslim almam gereken bir evrak varmış. Asla paketi açıp okumamam gerekiyor ve asla paketi başkasına vermemem gerekiyormuş. Kimse görmeden ertesi sabah Murat Bey'e elden teslim etmeliymişim. Merak etme kadın "devlet işi" diye de dip not düşmüş kağıdın altına.
Olsun. Zaten benim aklımdan paketi açmak bile geçmiyor. Tek düşündüğüm seneler sonra o asansöre eve dönmek için binmeyecek oluşum. Sokaklarda adım atabileceğim. En son 14 sene evvel gördüm zemin katı. Yolların koyu siyah asfaltı, şehir ışıkları, deniz, koşuşturan kedi, köpekler... Hayalimde canlandı bir anda o günler. Yaşadığım seviyede maalesef zemini ve üst katları görebilmek mümkün değildi. Aşırı sisli ve bulutlu bir havada dağın zirvesinden aşağıya bakmak gibi. Binaların dışındayken görüş mesafesi çok kısaydı. Uçsuz bucaksız, sonsuz bir hiçlik. Asla bilemezsiniz bulutun altında ne olduğunu. Tıpkı koca bir okyanus gibi. Sırlarla dolu. Aşağısı da yukarısı da bulut deniziydi işte.
Ofisteki tüm işleri akşama kadar hallettim. Yöneticiden ses seda yoktu. Notu bıraktıktan sonra ortalıktan kaybolmuştu sır adam. Ceketimi ve masamdaki notu alıp tam kapıdan çıkacaktım ki, maske kutusundan bir tıkırtı sesi geldiğini duydum. Şaşırmıştım. Bu sesi sabah dışında duymaya alışkın değildim. Oraya doğru yöneldim. Kapı kenarında duvara gömülü olan haznenin kapağını sürüyerek açtım. İlk defa bu hazneden maske dışında bir şeyler geldiğini gördüğümde kısa bir şok yaşadım. Haznenin içinde gaz maskesi ve bir gözlük vardı. Korkmalı mıydım? Yoksa bu bir hizmet ödülü müydü anlam veremiyordum. Hazneden gelen gözlük ve gaz maskesini, maskeli yüzümün üzerine taktım. Bu defa asansör beni eve değil zemine götürecekti. Asansörü beklerken heyecandan kalbim yerinden çıkacak gibi küt küt çarpıp duruyordu göğsümde. Asansöre bindiğimde yine anons geçiliyordu. Zaten şu asansörlerde daima anons geçiliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İsimsiz| Kat: 101
Science FictionYüzüm benden alındığında ve hatta çalındığında 6 yaşındaydım. Devrimin son zamanlarını allak bullak görüntüler şeklinde silinmiş örüntülerle hatırlayabiliyorum. Direniş gösteren herkes katledilmişti. Direnişçilerden birisi de annemdi. Annem benim yü...