13. Bölüm / Uyku

60 39 4
                                    


Gözlerime nem düşmeyeli hayli zaman geçti. Gözyaşımın bir damlası dahi nasip olmazken gözbebeklerime, aslında defalarca ağlamışlığım oldu. Onlarca, yüzlerce kez içimde ağladım. İçime akıttığım gözyaşlarım okyanuslara dönüşerek kendi rüzgarlarımla dev dalgalar yarattı. Tüm bedenim yer değiştiriyormuşcasına bir ağlamaydı bu. Ağlamak ancak bu kadar ağlamak olabilirdi. Aynı zamanda da ağlayamamanın en sert darbesiydi.

Aklımı kurcalayan Beta Proje 1 yazısı bir türlü kafamın içinde anlam kazanamazken bir yandanda katledilen onlarca insanın kabahati ne olabilir diye düşünüyordum bir kaç gündür aralıksız. Mantıklı bir açıklaması olabilir miydi? Hepsi çok ağır suçlar mı işlemişlerdi. Benim için sorularımın cevaplarını bilmek mümkün değildi. Gecenin bu vaktinde bu kadar düşünceyle dolaşmaya, mesai çıkışı daireme dönerken aldığım 5-6 bardak kahveyi saatlerce arka arkaya ancak soğuk ve bayat bir halde mideme indirmeye alışmıştım. Olanları bilmek mi bir ödüldü yoksa hiçbir şeyden haberim olmadan yaşamak mı bir ödüldü? Ayırt etmek güçtü benim için. Sadece otomatlar için yiyecek üreten bir binada çalışsaydım nasıl olurdu her şey?

Zemin kattaki benden ne kalmıştı geriye? Annemin ölümünden sonra yaşamak için verdiğim savaş aynı zamanda bu sisteme duyduğum kini, öfkeyi ve intikam isteğimi kamçılıyordu her geçen gün. Bazı geceler Murat'ı özlediğimi hissediyordum. Hiç tanımadığım, sesini bir kez duymadığım, yüzünü bilmediğim, bir kez olsun temas edemediğim o adama karşı duyduğum özlem başka bir boyutta yaşanıyordu eminim. Onu unutmak ona ihanet etmekti. Onu düşündüğüm sırada ayak parmaklarım bile titriyordu. Sağ ve sol omzumdaki melekler benim yerime ağlıyorlar ve ağıt yakıyorlardı sanki. Feryadımı ve aynı zamanda da pişmanlığımı; onlar, hiç kimselerin göremeyeceği bir boyutta benim yerime gerçekleştiriyorlardı. Bağıra çağıra bir ben taşıyordum içimde.

Hologramda gördüğüm kadın, son birkaç aydır konuşabilmeye izni olduğunu gördüğüm kişiler, inanılmaz bir değişim geçiriyorduk. Karışıyordu her şey birbirine. Bu çorbaya dönmüş bulanıklıkların ya tuzu olacaktım ve içlerinde eriyip gidecektim ya da suyu olacaktım. Tüm bunları içime alacak ve hakimi ben olacaktım. Kaynayıp buhar da olabilirdim. Ancak bu alçak sistemi yok etmeme yarayacaksa değerdi. Kafamda dönüp dolaşan ve asla uyku uyumayan tilkiler beni birgün gelip ele vermezlerse yaşayacak ömrüm vardı henüz. Metal sarkaçlı şu eski, bozuk saat bile benden özgürken elbet hiçbir şey kolay olmayacaktı.

Gözlerimi açtığımda gün ışımıştı. Zaten 3-4 saat süren karanlık, yerini güneşin karşı konulamaz hakimiyetine bırakmıştı. Bu toz, kir, küf dolu gökyüzünde bile güneşin hakimiyeti sonsuzdu. Güneş bile bizden tiksindiğini düşünüyorum. Şu koca yeryüzünü aydınlatıp aydınlatmamak arasında gidip gelen, zoraki aydınlık loş ışıkların tarifi başka ne olabilirdi? Üzerimizde hissedemediğimiz ancak orada olduğunu bildiğimiz koca yıldız.
...

Koltukta son kahvemi bitiremeden uyuyakalmıştım. Yüzümü kapatan saçlarım burnumu kaşındırıyordu. Saçlarım kuru ve kırık doluydu. Vücuduma değdiği yerlere batıyordu adeta. Göz hizamdaki pencereye doğru baktığımda hızla geçen devriyeleri gördüm. Mesaiye gecikmemişlerdi yine. Havada oradan oraya uçuşmadıkları gün kıyamet kopuyor demekti sanırım. Onlar yerine penceremin önünden geçip giden bir güvercini görmek isterdim. Bana günaydın diyebilecek bir kedi isterdim.
Yerimden kalkıp tuvalete doğru yol aldım. Soğuktan derim yanmış gibi acıyordu. Birde tuvaletin buz gibi fayansları iyice irkiltmişti bedenimi. Uykulu halimden arınmam için el birliği ile çalışan dairemin eşyaları eşliğinde irkile irkile hazırlanıp salondaki koltuklardan birine bırakıverdim kendimi. Ne kadar süre oturduğumu tam olarak bilemesemde 15-20 dakika geçtiğini düşünerek yerimden kalktım. Dairemden çıkmak için kapının yanında duvara gömülü olarak duran hazneden gelen maskeyi alarak yüzüme geçirdim. Asansörün önüne doğru yürürken daire 59a'da yaşayan adamın da asansörü beklediğini gördüm. İnsanlarla çok nadir karşılaşırdık. Çünkü giriş çıkış saatlerimiz bile ona göre ayarlanırdı. Neye benzediğini bilmediğim, sadece insan olduğundan emin olduğum adamla asansörü beklemeye başladık. Aynı anda binecek oluşumuz beni biraz tedirgin ediyordu. Diğer insanlarla aynı anda asansöre binmek çok az yaşanan bir durumdu. 1 dakikalık bekleyişin ardından asansör geldi ve ilk o ardından da ben içeri girdik. Anlaşılan ilk onun ofisine gidecek olan asansörün içindeki bekleyiş ürperticiydi. Asansör yine her zamanki gibi aralıksız anons geçiyordu. Hava sıcaklığının 4 derece olduğunu söyledikten sonra kat 101'e selam söyledi. Benim seviyemde olanlar yok gibiydi zaten. Asansördeki ses, hizmeti ödüllendirilenlerin eşyalarını teslim etmesini buyurarak anonsu başa sardı. Adamın ineceği yere gidene kadar anons 13 kez tekrarlandı. Nihayet iniyordu. Asansördeki anons sesi sanki beni güvende tutan bir tanıdıkmış gibi yolculuk boyunca içimi bir nebze rahatlatmış olsada adamın inmesi ile daha rahat bir nefes aldım. Gevşeyerek asansörün tekrar kapanıp hareket etmesini bekledim. İnsan yanında iş ilişkisi haricinde bir insan bulunduğunda sanki suç işliyormuş hissine kapılıyordu. Bu iğrendirici sistem beni öyle yutmuştu ki insanlardan korkan bir insana dönüşmüştüm. İnsanlığa ait hiçbir şeyimiz kalmamışken ne kadar insan olabilirsek artık.
Yan yana durmak bile dehteşe kapılmak için yeterliydi.

İsimsiz| Kat: 101 Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin