Asansör durduğunda başka bir binaya geldiğimizi çoktan anlamıştım. Çünkü asansörle olması gerekenden uzun bir yol gelmiştik. Olduğum binada 301. Kata ulaşmak en fazla 5 dakika alabilirdi. Biz ise 39 dakikadır bu asansördeydik. Merakım, heyecanım, endişelerim birbirine karışmış ve hangisini hissedeceğime karar veremiyordum.
Aklımda dün geceki hologram kadının söyledikleri başa sarıp duruyordu. Paket... pakete nasıl ulaşacaktım. İçindekileri okuyabilmem imkansızdı. Benden alınmıştı ve şimdi kim bilir neredeydi. Ve hatta yok edilmiş bile olabilirdi. Yakılmamış olsaydı bile tüm gözler üzerimdeyken ona ulaşabilmem imkansızdı.
Asansörün demir iç kapısı katlanarak açıldı. Dıştaki kapıyı da Emir Bey iteleyerek açtı. Tam asansörden inecekken kapıda maviyle beyazın birbirine karıştığı bir ışık belirdi. Emir Bey, kendinden emin bir adım atarak ışığın içinden geçti. Geçişiyle birlikte "İhlal bulunamadı" diyen bir kadın sesinin yankılandığı bol ışıklı koridoru net bir şekilde görebiliyordum. Bir tür güvenlik önlemi olarak düşündüğüm bu durumu Emir Bey'de gördüğüm güven veren kararlılık sayesinde hızlıca tekrarladım. Yine de kalbimin hızlanan atışlarına engel olmak mümkün olmuyorum . Böylece önce o sonra da ben indim asansörden. Asansörden koridora attığım adımla birlikte sanki başka bir gezegene ışınlanmıştım. Bastığım zemin, duvarlar, tavan bambaşkaydı. Zeminden tavana kadar ulaşan ve koridor boyunca uzanan ekranlarda değişen görüntüler bir adımda gökyüzünde yürüyormuş hissiyatı veriyor bir diğer adımda çimenlerin arasında oluveriyordunuz. Beni neyin beklediğini bilmeden içim titreye titreye yöneticiyi takip ederek hemen ardından yürümeye devam ettim. Ekranlarda değişen devasa görüntüler başımı döndürüyordu. Başımı döndüren koridorda ayak seslerimizden başka duyabileceğimiz ses yoktu. Her şey bana yabancı ancak bir o kadar çarpıcıydı.
Gözlerim, katların zirvesinde, yıllarca hüküm süren bir düzenin izlerini arıyordu. Koridoru geniş olan binanın, bu katında 7 daire vardı. 7. ve sonuncu olan dairenin önüne gelince durduk: 301e.Emir Bey kapının altın kadar sarı kolunu tutarak parmak izini okuttu. Kapı yavaş yavaş açılırken rüyalarımı süsleyen bu dairelerde ne olduğunu merak ediyordum. Ayaklarımı uzattığım pınar şimdi delicesine kaynıyordu. Ya yanacaktım ya da suya doyacaktım bu gece. Ceylan, kurtlar sofrasına gelmişti.
Kapı açıldığında duymaya alışık olmadığım bir koku burnumdan içeri girerek ciğerlerime nüfuz etti. İçeri girdiğim anda ürkütücü bir hava sezmeye başladım. Bu dairenin duvarları siyah renklerle boyalıydı. Koridorun göz kamaştıran ışıklarının ardından siyah boyalı duvarlarla karşılaşmayı beklemiyordum. Kasvetli ama pahalı olduğu anlaşılan bir sürü hareketli tablo duvarları süslüyordu. Tabloların üstündeki insanlar, desenler hareket halinde ve ürkütücüydü. Örneğin hırçın dalgalarıyla bir okyanus durmaksızın kıyılara çarpıyor bazı zaman sanki tablodan dışarı süzülüyordu. Masaların üzerine bırakılan kağıtlarda bir şeyler hareket ediyordu. Herkes önündeki hareketli kağıda dokunarak bir takım hareketler yapıyordu. Oturdukları koltuklardan gelen ışıltıyla ve adını bile bilemeyeceğim cihazlarla birlikte sanki her biri bu teknolojik ortamda doğmuş gibiydi. Kapısı aralık bırakılmış bir oda vardı. Odanın içinde, dar kapı araladığından sayamayacağım kadar çok ekran vardı. Ekranlarda bir çok sayının ve neon yazıların olduğunu gördüm. Göz ucuyla baktığım odadan birisi çıkıverdi ve kapıyı da kapattı. Tüm bunlar da ne? diye düşünürken değerli taşlarla dolu kocaman bir avize gözüme çarptı. Salonun tam ortasına iniyor ve her yanı aydınlatıyordu. Üstündeki taşların parlaklığından bu avizeye uzun süre bakabilmek mümkün değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İsimsiz| Kat: 101
Science FictionYüzüm benden alındığında ve hatta çalındığında 6 yaşındaydım. Devrimin son zamanlarını allak bullak görüntüler şeklinde silinmiş örüntülerle hatırlayabiliyorum. Direniş gösteren herkes katledilmişti. Direnişçilerden birisi de annemdi. Annem benim yü...