Haftalarca ofis ve ev arasında gidip geldim. Bedenim itaat etmemi söyleyen emirlere uyuyor, ruhumsa tüm yaşananlara karşı geliyordu. Bir çıkmazın içinde debeleniyordum. Murat'ın hayali, içimde dolaşan bir ruh gibi sürekli çıkıp geliyordu. Bedenimi peşimden sürüklesemde ruhumu o sokağa, Murat Bey'e çarptığım ana göndermiştim. Orada durmalıydım... Ne olduğuna bakmalıydım. Ama nereden bilebilirdim ki? Bir aydır tüm yaşananlar çok anlamsız geliyor ve bir türlü kafamdaki taşlar yerli yerine oturmuyordu. Kafamın içindeki tilkiler kontrolden çıkmış, delirmiş gibi koşuşturup duruyordu oradan oraya. Murat vardı içimde ve bedenimin en zirvesine çıkıp defalarca düşüyordu ayaklarımın altına. Rüyalarımda sürekli o andaydım. O sokakta, sonsuzluğa doğru durmaksızın koşuyordum. Takılıyor, düşüyor ardıma bakmaksızın yoluma devam ediyordum. Sonsuz bir döngü içinde vicdan azabı çekiyordum. Yine, Yine, yine...
Emir Bey, bu daireden taşındıktan sonra dairenin tüm dekorasyonu değiştirilmişti. Kapının kenarındaki duvara eski evimdeki gibi maske kutusu yerleştirilmiş ve tüm ev kameralarla döşenmişti. Gözler, bu dairede de varlığını sürdürüyordu. Eski evimden bir oda daha fazla olduğu için 3-4 kamera da fazladan yerleştirilmişti.
Yattığım yerden her sabah hissettiğim ağrı ve acıyla kol kola girerek kalktım. Banyoya giderek aynanın önünde kendime biraz baktım. Saçlarım bakımsızlıktan keçeleşmişti. Bir aydır yıkanmıyordum. Saçlarımın kakülü artık kaküllükten çıkmış giderek saçıma karışıyordu. Saat 05.00'e anca geliyordu. Son zamanlarda olduğu gibi bugünde azıcık bir vakit uyuyabilmiştim. İşe gitmeme henüz 1 saat daha vardı.. Artık bedenimin çürümüş kokusundan sıyrılmak istediğini hissedebiliyordum. Musluğu açtım, suyun akışını izleyerek küveti sonuna kadar doldurdum. Küvetin içine girmemle birlikte suyun taşması bir oldu. Sanki içimden bir ceset taşıp dökülmüştü suyla birlikte. Saçlarımı ve vücudumu gözlerle görülebilecek tüm kirlerden arındırıp küvetten çıktım.
Murat Bey'in ihanetine olan şaşkınlığım, Emir Bey'in sevdiğimin katili oluşuna duyduğum derin öfke heryerde peşimdeydi ve beni içten içe kemiriyordu. Beynim ve kalbim ayrı düşünüyor ve hangisine inanmam gerektiğini hâla kestiremiyordum. Çaresizlik, ruhumun yaralı bir kuş gibi oradan oraya çırpınmasına neden oluyordu.
Kurulandıktan sonra yatak odama geçerek üzerimi giyindim. Dolabın içindeki kahverengi ceketi her görüşümde acı çekiyordum. Kıyafetlerin arasında bir kahverengi yara izi gibi duruyordu. Herkesin yara izi farklıdır. Kimisinin çicek yarası, kimisinin bir koku. Belki bir kedi bile olabilirdi. Ama benimki kahverengi bir ceketti işte. O geceden sonra bir daha hiç giymediğim bu ceket, acının bir parçası olarak öylece duruyordu. Murat Bey'i hatırlamak için atmıyordum.
Duvarda gömülü hazneden maskemi alarak evden çıkmak için kapıya yöneldim. Kapıdan çıktıktan sonra 15-20 metre kadar asansöre yürümem gerekiyordu. 59d yani 4. sıradaki dairede kalıyordum. Asansöre binip her zamanki gibi 14 blok sonra indim.
Mesai saatinin başlamasına henüz 8 dakika vardı. Emir Bey kahve otomatının önünde kahvesini bekliyordu. Ben de ofise girmeden evvel kahve almak için otomatın önüne gittim. Emir Bey kahvesini aldıktan sonra bana uzattı. Kahvenin artık bana ait olduğunu anlayarak alıp ofise girdim. Masama oturdum. Posta haznesini kontrol ettim. Mesai saatine henüz 6 dakika olmasına rağmen bir posta, kutunun içinde duruyordu. Aldım ve zarfın dış yüzeyini inceledim. Mesai saati başlamadan geldiğine göre dün mesai çıkışı gönderilmiş olmalıydı. Son anda gönderildiyse görmemiş olmam doğaldı. Zarfın katlanma kısmında ilginç ve ilk kez gördüğüm bir damga vardı. Bu damga kağıdın üzerine eritilerek ya da yakılarak baskı edilmiş olmalıydı. Sertleşmiş ve kurumuş olan siyah renkli damga mürekkebe benzemiyordu. Damganın üzerinde bir sancağa dolanmış iki yılan baskısı vardı. Böyle bir damgayı ilk kez görüyordum. Zaten damgalanmış postaları çok nadir alırdık. Üzerinde damga olan postaları, yöneticiye teslim etmeden evvel kontrol ederek okumaya iznim yoktu. Zarfı elimden bırakmadan direkt yöneticinin masasına bıraktım. Program takvimini kontrol ettim. Bugün yöneticinin önemli ya da farklı bir görüşmesi yoktu. Bu posta acil bir ileti içeriyor olmalıydı. Emir Bey, postayı gördükten sonra homurdanarak eline aldı. Huzursuz olduğu her halinden belliydi. Diğer elinde tuttuğu kahvesini masanın üzerine bıraktı. Zarfın üzerine itina ile basılmış olan damgayı kaldırıp zarfı açtı. İçinden çıkan not kağıdına yaklaşık 4-5 dakika boyunca baktı. Küçücük bir kağıdı bu kadar uzun sürede okumuş olması, içinde önemli bir şey olduğunu iyice hissettirmişti. Kağıdı zarfın içine geri koyarak bana uzattı. Notu yok etme vaktim gelmişti. İçinde ne yazdığını deliler gibi merak ediyor, göz ucuylada olsa bir şeyler görmek istiyordum. Elimden arzularımı gerçekleştirmek için hiçbir şey gelmeyerek postayı yakıcıya attım. Kapağı kapattım ve kağıdın alevler arasında yok oluşunu kısa bir süre seyrettim...

ŞİMDİ OKUDUĞUN
İsimsiz| Kat: 101
Ciencia FicciónYüzüm benden alındığında ve hatta çalındığında 6 yaşındaydım. Devrimin son zamanlarını allak bullak görüntüler şeklinde silinmiş örüntülerle hatırlayabiliyorum. Direniş gösteren herkes katledilmişti. Direnişçilerden birisi de annemdi. Annem benim yü...