(Medyada Berk)
"Hi, beauty!" dedi teyzem kollarını yana açarak. Yanına yürüyüp ona sarıldım. Çok özlemiştim. Sıcaklığını, beni sarışını. Bana annemi hatırlatıyordu. Aynı saçlar... Aynı koku. Teyzemden ayrılana kadar da annemin sıcaklığı sürdü. Teyzem benden ayrıldı ve gülerek babama sarıldı. Salı gecesiydi. Saat 23'tü ama babam teyzem geldiği için bu akşam geç yatmama razıydı.
Teyzeme baktım. Kahverengi uzun saçları, kahverengi gözleri ve o Amerikan tarzıyla çok muhteşem görünüyordu. Teyzemin bütün o güzelliğine, bakımlılığına ve özenine karşın ben anneme çekmiştim. Annem de tam bir erkek fatmaydı. O da benim gibi rahatına düşkündü. Bu yüzden genelde hep eşofman ya da tayt giyerdi. Spor ayakkabılar. Topuklular pek ona göre değildi. Teyzemin ayağında ise genelde 12 santimlikler olurdu.
Teyzem gözlerini bana sabitledi. Beni süzdü. Bir şey diyecekmiş gibi oldu ama daha sonra babamın "Türkiye'ye tekrar hoşgeldin Marian." demesiyle babama döndü. Annem ve teyzem birlikte Türkçe kursuna yazıldıkları için teyzem de Türkçe biliyordu. Annem kadar iyi konuşamıyordu tabiki, azıcık aksanı vardı ve Türk olmadığı anlaşılabilirdi. "Lütfen Mary de. İsmimi iki yıl önce değiştirmeyi başardım!" dedi gülerek. Babam da güldü.
Teyzem bana son bir bakış attı. Sonra hep birlikte arabaya yürüdük.
***
Ertesi gün okula her zamanki gibi gökyüzünü ve kuşları izlerken Kübra'nın beni dürtmesiyle kulaklıklarımı çıkardım. "Ya kanka," dedi. "Emir bana kaç gündür bişe yazmıyo ya." "Hiç yazmadı mı? Önce bowlingde gördük sonra hastanede ve hala bişey yazmadı mı?" dedim kaşlarımı kaldırarak. "Aynen. Var ya Emir tam bir piç." dedi Kübra kafasını hızlı bir biçimde sallayarak. Sonra da kimse duymuş mu diye arkasına döndü ve dönmesiyle bana bakması bir oldu. Emir Kübra'ya duygusuz bir bakış attıktan sonra hızlıca yürüyerek yanımızdan geçti.
Kaşlarımı kaldırabileceğim kadar kaldırdım. "Oha kanka çok pis ifşa oldun yalnız." diye birazcık bağırmış olabilirim. Kübra "Ay kanka of ya! Önce kontrol etmem lazımdı..." diyerek okul yolu boyunca başımın etini yedi.
Okulun girişinde Berk bize katıldı. Sarı saçları her zamanki gibi dağınıktı ve özensizdi. Ama yine de harika görünüyorlardı. "Katherine, konuşabilir miyiz?" dedi. "Tabi," dedim. "Burada olmaz. Özel bi yerde. Öğle arası olur mu?" dedi kaşlarını kaldırarak. "Tamam." dedim ve sınıfıma yürüdüm. Ne diyeceğini acayip merak ediyordum. Acayip.
Kızlara tenefüste Berk'le olanları anlattım, Kübra da Emir'i anlattı ki kendisi tam karşı masamızda oturuyordu ve ne Arda ne de Kerem yanındaydı. Yani Tuğçe ile ben- aslında hepimiz hüsrana uğramıştık.
Öğle arasında okulun önüne yürüyordum ki Berk'ten "Mc'e gel." diyen bir mesaj geldi. McDonald's bizim yerimizdi. Gülümsedim. Okulun kapısından çıkmamla Arda'yla karşılaşmam bir oldu. Yanından geçtim ve çıkışa doğru yürüdüm. Arda bana yetişti, "Nereye?" "McDonald's." dedim ona bakmadan. "Tek başına mı?" dedi bakmasam bile sırıttığını anlamıştım, "Sana eşlik edebilirim." dedi. "Berk'le buluşmaya gidiyorum." "Hah, siz ikiniz... Çok yakın arkadaş değil misiniz? Hem onun kız arkadaşı yok mu?" dedi. Gözlerimi ona çevirdim. Bir yanım ona açıklamak istedi. Ama mantıklı tarafım başka dedi. "Sana ne." dedim. Çok sinir bozucu olduğumu biliyordum ama umrumda değildi. Bu kadarı onun işi değildi. "Seninle ilgiliyse beni de ilgilendirir." dedi. Durmadım. O da durmadı. Bir cevap bekliyormuşçasına peşimden gelmeye devam edince, "Kiminle yemek yiyeceğimi sana sormıycam." dedim. "Haklısın." dedi bir saniye sonra kaşlarını çatarak. Ve hızlı adımlara okula doğru yürüdü. Ben. Bu çocuğu anlamıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mental
FantasyFarklı olmak güzeldir değil mi? Diğer insanlardan, arkadaşlarından, ailenden... Farklı olmak. Normallerin arasından seçilmek, güçler bahşedilmiş olmak. Ama insanların bilmediği bir şey var; Farklı olmak aynı zamanda tehlikelidir de. Karanlık, bir gö...