20

223 11 0
                                    

Katherine

Gözlerimi tavana diktim. Düşünüyordum. Düşünüyordum ve tekrar düşünüyordum. Doğruldum. Gözlerim hemen bacağımın kenarında, halının üstünde sakince bekleyen telefonuma kaydı. Aklımdan binlerce düşünce geçerken telefonu kaptım. Rehberime girdim ve Arda'yı aradım.

Konunun Arda'yla hiçbir ilgisi olmamasına rağmen yine de onunla konuşacağım düşüncesi kalbimin hızını arttırmıştı. Boğazımı temizledim. Telefon açıldı. "Hey," dedi bir erkek için mükemmel olan sesiyle. "Arda," direkt konuya girdim, "Kerem'in nerede olduğunu biliyo musun?"

Onu göremesem bile kaşlarını çattığına emindim. "Neden?" diye sordu düz bir tonla. "Onunla konuşmam lazım." "Ara." Bir an durdum. "Arayamam." "Neden?" diye tekrarladı. Bir şeylerden şüphelenmişe benziyordu. Sanki ona bir şey anlatmıyormuşum gibi. Evet, anlatmıyordum çünkü bunu anlatmak bana düşmezdi. Ben sadece davetsiz bir misafirdim.

"Yüz yüze konuşmam lazım." "Katherine," diye başladı ama konuşmasına izin vermedim. "Nerede olduğunu biliyo musun?" diye tekrarladım, bu sefer cevaplar umuduyla. "Ne yapacaksın bilmiyorum ama," duraksadı, "cumadan beri mesajlarıma cevap vermiyor. Yani, büyük ihtimalle limandadır." "Ne alaka?" diye sormaktan kendimi alamadım. "Ne zaman mesajlarıma cevap vermezse, bu Kerem'in morali bozuk demektir. Ve ne zaman Kerem'in morali bozulsa bi kaç şişe devirmek için limana geçer." "Zekice." dedim. "Saol," diye ekledim sonra. "Görüşürüz Kat." dedi ve telefonu kapattı. Daha fazla soru sormadığı için şanslıydım.

Pazar günü yapacak daha önemli işlerim olmalıydı belki de ama şaşırtıcı derecede yoktu. Okulda girmemiz gereken sadece bir kaç tane sınav kalmıştı ve hiçbiri ana derslerin sınavları değildi. Bu yüzden ne kadar mantığım sınava çalış diye bağırsa da vicdanımı dinlemeye karar verdim. Kerem'le konuşmalıydım. Ona bildiğimi söylemeliydim. Ona yardımcı olmaya çalışmalıydım. Gerçi içkiliyken Kerem'in yanına gitmek ne kadar akıllıca bir fikirdi bilemem ama yine de deneyecektim.

Evi kontrol ettim. Babam bütün hafta çalışmanın bütün yorgunluğunu pazar günü atmayı planlamış olacak ki saat öğleden sonra 4 olmasına rağmen hala uyuyordu. Onu uyandırmamaya çalışarak odasına süzüldüm ve her zaman pantolonun cebinde olduğunu bildiğim cüzdanını çıkardım. Paramı da aldıktan sonra üzerime montumu giydim, sarı botlarımı ayağıma geçirdim ve otobüs durağına doğru yürümeye başladım.

Otobüsten limanın, daha doğrusu sahilin başında indim. Kulaklıklarımı taktım ve yürümeye başladım.

Yaklaşık 3 şarkıdır yürüyordum ki -bu da yaklaşık 10 dakika eder- onu gördüm. Ayaklarını duvardan aşağı, denize doğru sarkıtmıştı. Elinde bir şişe, gözlerini denize ve gemilere çevirmişti. Elini, sarıya çalan saçlarından geçirdi.

Durmuştum. Fark etmemiştim ama olduğum yerde durmuş, onun denizi izlemesini izliyordum. Ayaklarıma harekete geçin dedim ve onun olduğu tarafa doğru yürümeye başladım. Havanın acayip soğuk olmasına rağmen üzerine sadece koyu lacivert bir eşofman üstü vardı.

Ona bir şey demeden yanına oturdum. Ayaklarıma aşağıdaki pek de temiz olmayan denize doğru uzattım. Önüme baktım. Manzara harikaydı. Deniz, insanlar, gemiler, kuşlar. Kerem'in neden hüzün yeri olarak burayı seçtiğini anlıyordum. Buraya daha sık gelmeliydim.

Sonunda ona döndüğümde hala bana bakmıyordu. Gözlerimi onun yüzünden şişesine çevirdim. Şişenin etrafı aynı filmlerde gördüğümüz gibi gazete kağıdıyla kaplanmıştı ama Efes Pilsen birasının tanıdık mavisini görebiliyordum. Şişeyi bacaklarının arasında iki eliyle tutmuş, inceliyordu.

"Güzel yer." dedim ona bakarak. Şişeyi ikimizin arasına yerleştirdi. Bakışlarını bana çevirdi. "Burda ne yapıyosun?" dedi. Kahverengi gözlerini bana çevirdi. Temiz havayı içime çektim. "Cuma günüyle ilgili konuşmak istiyorum da." dedim. Gözlerini kaçırdı. Kafamı çevirmedim. "Konuş o zaman." dedi karşısına bakarak. Şişeyi ağzına götürecek gibi oldu ama sonra vazgeçmiş olmalı ki şişeyi tekrar bıraktı.

MentalHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin