Arda bir kez daha arama tuşuna bastı. Bir kez daha. Ve bir kez daha... Fakat kimse telefonuna cevap vermiyordu. Kerem, kavgalı olmalarına rağmen Emir ve Tuğçe, Kübra'yla Berk'i hastaneye götürürken yanında kalmak istemişti fakat Arda ona izin vermemişti. Onun da teselli etmesi gereken bir kız arkadaşı vardı ve onun yanında olmalıydı.
Yıldızlarla bezenmiş gece Arda'nın üzerini kaplarken Arda son göz yaşının akıp gitmesine izin verdi.
Şimdi ne yapacaktı? Ne yapması gerekiyordu? Katherine gitmişti. Ölmüştü. Hemde gözlerinin önünde. Ona veda etme şansı bile bulamamıştı. Ona onu sevdiğini söylemiş miydi? Bunu söylemek için tonlarca şansı vardı fakat hiçbirini kullanmamıştı o.
Neden? Çünkü o havalı çocuktu! İnsanların ondan beklediği gibi davranması gerekiyordu! Cool olmalı ve kızları önemsemiyormuş gibi davranmalıydı. Değil mi? Evet, evet öyle yapmıştı. "Havalı" olmuştu. Peki bu nasıl sonuçlanmıştı? Sevdiği kıza asla sonsuza kadar onunla birlikte olmak istediğini söyleyememekle...
Ayağa kalktı. Ellerini yüzünde gezdirirken göz ucuyla telefonuna baktı. Katherine'in ailesinden hiçbiri aramalarına cevap vermemişse arkadaşları da bir sürü kez onu aramışlardı. Ama o hiçbirini açmamıştı. O anda konuşmak istemiyordu. Tek istediği şey, dehşetin her gözünü kapattığında görünmemesiydi.
Artık bir enkaz halini alan eve arkasını döndü ve yürümeye başladı. Yürüdü, yürüdü ve yürüdü. Sonunda arabasına vardığında sürücü koltuğunda sakince yerleşti. Kapıyı sakince kapattı. Ve sürmeye başladı.
Yüzünde kararlı bir ifade vardı. Arabayı başlatırken yüzünü buruşturdu. Bunu onların yanına bırakmayacaktı.
***
"Git burdan." dedi kız. Önünde yatan arkadaşına baktı. "Tuğçe..." "Git! BENİ RAHAT BIRAK!" Tuğçe gözlerinden süzülen yaşlara engel olamadı. Kerem ise onun tam yanında oturuyordu ve teselli etmeye çalışıyordu, pek başarılı olduğu söylenemezdi.
"Tuğçe..." diye fısıldadı Kerem, Tuğçe'nin saçlarına uzanarak. Altın sarısı saçlarını ellerinin içinden geçirirken geç kaldığını düşündü. Geç kalmıştı, her şey için. Ayça'yla çok oyalamıştı kendini. Kendini boş yere geri tutmuştu. Ayça'nın çoktan gitmiş, Tuğçe'nin ise o anda burada, yanında olduğu gerçeğine alıştıramamıştı kendisini.
"Çek şu elini." dedi Tuğçe ve kafasını yana çekerek Kerem'den kurtuldu. Neden yaptığını o da bilmiyordu. Şu anda Kerem'le sarmaş dolaş olmaları gerekirdi fakat kendini ondan uzak tutmalıymış gibi hissediyordu. Ama neden? Neden bunu yapıyordu ki? En yakın iki arkadaşını da kaybetmişti. Elinde kalanlara tutunmalıydı.
Hışımla ayağa kalktı. Ne yaptığından emin değildi bilmiyordu. "Sikeyim!" diye bağırdı. "Sikeyim böyle işi!" dedi hastanenin koridorlarında. Kimsenin onun hakkında ne düşündüğü umurunda değildi. Artık insanların ne dediğini umursamayacaktı. Artık değil.
Etrafına bakındı. Bir şeyleri kırmak istiyordu. Bir şeyleri paramparça etmek, hayatını mahveden kişilerin hıncını anlamsız nesnelerden çıkarmak istiyordu. Kerem'in ona bakan meraklı gözlerini es geçip az önce oturduğu koltuğun önündeki masaya baktı.
Ne kadar anlamsız olduğu bilmesine rağmen beynini dinlemedi ve vücudunun kendi başına hareket etmesine izin verdi. Hışımla, ayaklarını yere vura vura sehpanın önünde durdu ve masayı kaldırdığı gibi üzerindeki dergilerle birlikte devirdi.
"HAYIIIIIR!" diye haykırıken bir yandan da gözlerini yumdu. Birkaç adım atarak sırtını duvarla buluşturdu ve yere çöktü. Kerem'in onu saran ellerini hissederken titreyen, damarları çıkmış elleriyle ona tutundu. "Nolur... Nolur ona bişe olmasın..." dedi hıçkırarak. Kerem onu iyice kollarının içine çekti, "Şşşt, bişey yok. Hepsi geçecek. Sakin ol güzelim. İşte böyle,"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mental
FantasyFarklı olmak güzeldir değil mi? Diğer insanlardan, arkadaşlarından, ailenden... Farklı olmak. Normallerin arasından seçilmek, güçler bahşedilmiş olmak. Ama insanların bilmediği bir şey var; Farklı olmak aynı zamanda tehlikelidir de. Karanlık, bir gö...