Derin bir nefes aldım, gözlerimi kapatıp onu hayal ettim. Vücudumdan dışarıya akan titreşimi hissettim. Düşüncelerim ona doğru kayıyordu. Beni bulmasını, kurt adamların elinden kurtarmasını diledim. Silas'ın Romanya'dan Amerika'ya hemen gelemeyeceğini biliyordum. En azından birkaç gün bu kurt adamların misafiri olacaktım veya boks torbası. Araba yavaş yavaş hızını kesmeye başladı, anladığım kadarıyla istikametimize varmıştık. Kurt adamlar sinirliydi. Onları böyle hissettiren bir şeyler olmalıydı. Beni öldüremedikleri için pişman olabilirlerdi. Kaçırma emrini kimin verdiğini merak ediyordum eğer Silas'a kavuşmak istiyorsam bunun için hayatta kalmalıydım. Minibüsün kapısı açıldığında uzun süredir karanlıkta kalmış olduğumdan dolayı yüzüme vuran ışık gözlerimi kamaştırdı. Bir süre sonra görüşüm netleşti. Karşımda duranlar insan formlarındaki kurt adamlardan başkası değildi.
"Ellerini arkana koy ve minibüse yaslan." dedi bana yakın olanı. Küfrettiğimi duyunca; "Üzerini arayacağız." diye eklemek zorunda kaldı.
Pis ellerini dokunmaması gereken yerlerimde gezdirmeye başlayan kurt adam bu durumdan zevk alıyor gibi görünüyordu. Elime bir fırsat geçmişti. Boşta bulduğum kolumda suratına yumruğu indirmem saniye sürmedi. Böyle hareket beklemediği için kendini yerde bulan kurt adam diğerlerinin alay konusu olmaktan duyduğu sinirle dönüşmek üzereyken yükselen bir ses onu durdurdu. "Yeter!" Adamların hepsi gelen sesin sahibi her kimse saygı gösterip bir kaç adım geri çekildiler. Bu ses bir Alfa'ya ait olabilir miydi?
"Adamlarınız ellerine hakim olmalı! Yoksa hakim olacakları bir elleri kalmayabilir." dedim nereden geldiğini bilmediğim bir cesaretle konuşuyordum.
"Bunun için özür dilerim. Böyle bir durumun tekrarlanmayacağından emin olabilirsin."
Onlardan öylesine nefret ediyordum ki buradan leşlerini görüp gideceğim günün gelmesini iple çekiyordum. "Beni neden buraya getirdiniz?" diye sordum başım hala minibüse dönüktü. Sert ve büyük bir el beni nazikçe kendisine bakmaya zorladı. Şaşkınlıkla olduğum yerde donakaldım. Ne hissettiğimi bilmiyordum. Acı ve kaosla karışık bir duyguydu. Karşımda duran adam Bay Albert'ti. Hissettiğim nefret duygusu muydu yoksa tanıdık birisini tekrar görebilme heyecanımı bilmiyordum.
"Senin burada ne işin var? Neden beni kaçırdın?"
"Bunu içeride konuşalım."
"Olmaz, seninle hiç bir yere gelmiyorum."
Gülümsedi, aslına bakarsanız o kadar çekici bir adamdı ki ona kapılıp gitmemek mümkün değildi. Eğer bir başkasına çoktan kapılıp gitmemişseniz. Ellerimin bağını yavaşça çözerken delici bakışlarını üzerimde gezdirdi. Kahverengi gözleri kristal misali parıldıyordu. Acaba Alfaların gözleri bu şekilde mi parıldıyor? diye düşünmeden edemedim. İpler bileklerimden çıkar çıkmaz kızaran yerleri ovalamaya başladım. Bir yandan da nerede olduğumu örenmeye çalışıyordum. Silas 'la bağlantı kurabildiğimde ona bir kaç ip ucu verebilmeliydim. Albert'in üzerinde kırmızı bir ormancı gömleği vardı. Seksi vücuduna yapışmış gri renkli kot pantolonu onu arzulanacak bir adam konumuna getirmişti. Çekici bir adam olduğunun farkındaydı ona aşık olmayan kurt kız olmamalıydı. Oysa garip bir şekilde benimle ilgileniyordu. Okula geldiği günden beri ilgisi benim üzerimdeydi. Bir kurt adam olabileceği gerçeği aklımın ucundan bile geçmemişti. Belki de bir insan olduğum için beni vampirlerden korumak istiyordur? diye düşünmüştüm. Ne de olsa bu iki tür -eğer hikâyeler doğruysa yaşamları boyunca birbirlerine düşman olan tek ırk olmalıydı. Okuduğum kitapların birinde Ra ve Tu'nun hikâyesi gözüme çarpmıştı. Dünyanın oluşumundan bile öncesinde bu iki tanrı kardeş olarak yaratılmışlardı. Çocukluk yaşlarında birbirleriyle çok iyi anlaşırlarken gençlik zamanlarında vücutlarında bir takım değişiklikler fark etmeye başladılar. Ra, geceleri gün yüzüne çıkamamaya ve derin bir kan arzusu gütmeye başlamıştı. Birkaç kez kardeşi Tu 'ya bile saldırmayı denemişti ama Tu'nun içinde ki canavar bunu yapmasına engel olmuştu. Tu, gökyüzünde yılda üç defa beliren kırmızı ay oluştuğunda bir kurt adama dönüşmeye başlamıştı. Artık birbirlerine iyi gelmediklerini düşündükleri anda yollarını ayırmaya karar verdiler. Ra, Romanya taraflarında soğuk ülkelerde yaşamını sürdürürken Tu ise tam tersine daha sıcak ülkelerde göçebe hayatı yaşamaya başladı. Ra 'nın kan arzusu onu canlıların yaşamını almaya zorluyordu. Yalnızdı, buna bir son vermek için kendisine insanları yarattı. İnsanlarda ki kan onun yaşamını devam ettirmesi için önemliydi. Sonrasında âşık oldu, âşık olduğu kadını o akşam ısırdığında öldürmemek için son anda durmuştu. Sabah olduğunda âşık olduğu kadında tıpkı onun gibi bir vampire dönüşmüştü. Böylece ısırığının karşısında kini de kendisi gibi bir ölümsüz vampir yapabileceğini anlamış oldu. Hiç hastalanmıyor ve ölmüyorlardı. Bir şekilde binlerce çocukları oldu. O çocuklar bütün dünyaya dağıldılar. Kimisi sadece kendi hayatını devam ettirecek kadar kan içip hayatını sürdürürken kimisi de bir canavar olmayı seçmişti. Tu ise kardeşinin bu başıbozukluğundan dolayı çok rahatsızdı. O da kendisine küçük bir sürü oluşturmuş ay tanrıçasıyla bir anlaşma yaptı. Anlaşmaya göre kurt adamlar eşlerini dönüştürerek değil ruh bağıyla edineceklerdi. Her yirmi bir yaşına gelen kurt adam kendisine ait eşi kokusundan tanıyıp bağlanabilecekti. Birbirilerini ısırdıkları anda mühürlenecekti bu bağ. Eşi ölürse eğer kendisi de ölecekti. Böylece düzen bozulmamış olacaktı. Ama ay tanrısının bir isteği vardı, insanları bu vampir denen kan emicilerden kurtarmak... Bu yüzden kurt adamları onları alt edebilecekleri güçler verdi. Bir sürü olarak yaşarlarsa onlardan güçlü olabileceklerini söyledi. O sene Tu ruh eşini buldu ve çocuklar yaptı. Sürüsünü genişletti. O gün bugündür kardeşi ile olan ezeli savaşı devam etmekte. Tu, her ne kadar Ra kadar ölümsüz olmasa da onun görevini çocukları üstlenmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VAMPİR OPERASI +18
Vampire-Birbirinden yakışıklı ve kana susamış vampirlerle dolu bir apartman... -Mina sadece bir insan! Dişlerini boynuma geçirdiğinde sıcak bir sıvı boynumda aşağıya doğru inip tişörtümü ıslattı. "Ah!" dudaklarının kenarı hafifçe yukarıya doğru kıvrıldı;...