Albert o akşam yemeği dışarıda yemeği teklif etti. Yol boyunca sohbet ettik, bana nasıl bir çocukluk geçirdiğinden bahsetti. Aile Ay taşı sürüsünün bir önceki liderleriymiş. Albert yetişkin olduğunda sürüyü ona bırakıp ayrılmışlar. Ara sıra ziyaret ediyorlarmış fakat yaşlandıkça bu güç hale gelmiş. Albert çok yoğun olduğu için vakit bulup onların yanına dahi gidemiyormuş. Tıpkı annesine benzediğini söyleyip duruyordu. Babası gibi göründüğünü ama tamamen annesine benzediği için ne kadar gurur duyduğundan bahsediyordu. Elinde taşıdığı piknik sepetiyle bir mağaranın eşiğine gelmiştik. Elimden tutup engelleri aşmama yardımcı oldu. Mağaranın etrafını saran kristallerin yansıttığı mavi ışık göz kamaştırıyordu. Kendimi kutsal bir mabete adım atmışım gibi hissettirmişti. "Buraya daha önce getirmediğine inanamıyorum." dedim şaşkınlıkla etrafımı incelerken. "Burası benim gizli yerim. Hiç kimse bilmiyor. Jack bile." dedi sepeti bir kenara koyarken. "Nasıl yani? Düşüncelerini okuyamıyor mu?"
"Okuyabilir ama buraya geldiğimde beni duymasını engelliyorum."
"Sık sık ortadan kaybolur dediklerinde burada mı oluyorsun?"
"Evet."
"Artık burası ikimizin gizli yeri oldu." dedim gülümseyerek. Albert daha fazlasını istiyordu. İştahlı gözleriyle beni yiyip bitiriyordu.
"İki kişinin bildiği şey sır olmaktan çıkar."
"Haklısın. Ama yinede burayı kendimize saklayalım."
Keşke gizli güçlerim olsaydı. Eğer böyle bir gücüm olsaydı zihin okumayı tercih ederdim. O zaman düşüncelerine göre davranabilirdim. Belki her şey daha anlaşılır olurdu. Bu yeteneğimi ilk uygulamak isteyeceğim kişi James olurdu. İçinde şimşekler çaktığını biliyordum ama hiç dillendirmezdi. Daha sonra Silas'ın zihninde yolculuğa çıkardım. Bana anlatamadığı geçmişiyle ilgili her şeyi öğrenmek isterdim. Ve Albert. Bana korkarak, kırılacak bir cammışım gibi yaklaşan bu adamın derinlerinde ne olduğunu öğrenmek isterdim. Buraya geldiğimden beri iyilikten başka bir şey yapmamıştı. Onunla uyuyup onunla uyanmaya alışmıştım. İşleriyle ilgilenmediği zamanlarda saatlerce sohbet ediyorduk. Onunla gurur duyuyordum. Genç yaşında bunca sorumlulukla başa çıkabiliyordu. "Mina? İyi misin?" Albert endişeyle seslenmişti. "Özür dilerim biraz dalmışım." Birbirimize yaslanıp doldurduğu kadehteki içkileri içerken tam ortada duran oyuktan gökyüzünü izliyorduk. "Bu muhteşem." diye fısıldadım. "Ne muhteşem?"diye sordu. "Burada, seninle olmak. Huzur veriyor." Albert kolunu belime doladı. Kolu sıcaktı, dağlayan bir demir kadar sıcak. Başımı yavaşça göğsüne yasladı. Kalbi hızla çarpıyordu belki de onu duymamı istemişti. "Korkarım seni asla bırakamayacağım."
Derin bir nefes alıp kelimelerimi dikkatle seçtim. "Beni bırakıp gittin," dedim elimi yüzümdeki yara izine götürdüm. Onunla bu konuşmayı aklımda defalarca tekrarlamıştım ama her seferinde sonu kötü bitmişti. Onu gücendirdiğimin farkındaydım. İç çekerek gitmek üzere arkasını döndü. "Seni tanımak istiyorum." diye fısıldadım. "Anlat bana."
"Pekala, anlatmamı mı istiyorsun. Sana derin duygular besliyorum Mina ve bunlar sonradan oluşmuş şeyler değil. Seni ilk gördüğümde anlamıştım. Seni sınıfta pencereden bakarken gördüğümde kalbim hızla atmaya başlamıştı. Ne olduğunu çözmem zamanımı aldı ama sonunda çözdüm. Ruh eşim olduğunu söylemiştim ve bunu söylerken yalan söylemiyordum. O gece duygularımız bağlandı. Seninde bana karşı hislerin olduğunu biliyorum. Bunu hissettik." dedi içindeki kurdu göstererek. "Seni işaretlememesi için onunla savaşmak zorunda kaldım. Evet, ruh eşlerimizle birleşebilmemiz için işaretlememiz gerekir. Bu yüzden, sana zarar verememek için yanından ayrıldım. Fiziksel bir zarar değil bahsettiğim şey ruhuna vereceğim zarar olacaktı ki bana izin vermeden böyle bir şeye kalkışamazdım." Albert'ın koyu teni ihtirasla parladı. Beklenti içine girmişti ki bu en doğal hakkıydı. Ona bir yakın davranıp sonra uzaklaşarak haksızlık ettiğimi fark ettim. Bende en az onun kadar cesur olabilmeliyim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VAMPİR OPERASI +18
Vampiro-Birbirinden yakışıklı ve kana susamış vampirlerle dolu bir apartman... -Mina sadece bir insan! Dişlerini boynuma geçirdiğinde sıcak bir sıvı boynumda aşağıya doğru inip tişörtümü ıslattı. "Ah!" dudaklarının kenarı hafifçe yukarıya doğru kıvrıldı;...