16.bölüm🔎

478 80 23
                                    

MEÇHUL


Akşam saat 10'a gelirken Leyla elindeki tüm bilgileri bir kez daha gözden geçirdikten sonra sorgu odasının kapısındaydı. İsteği üzerine Tibet yaklaşık yarım saattir tek başına odada tutuluyordu. Onu tek taraflı camın arkasından uzun uzun inceleyip bilerek içeri girmemişti.

Tek başına içeri girmek istese de savcı yanına birini daha almanın uygun olacağına karar vermişti. O da Ateş'in kendisine katılmasını istemişti. Egemen ve Mahir ile konuştuğu için onları özellikle istememişti. Tibet'in rahatlamasını istemiyordu. İnsan gergin olduğunda daha çok hata yapardı. Leyla da tam bu yüzden onu bekletmiş, daha önce hiç konuşmadığı Ateş'i yanına almıştı.

Kapıyı sertçe açıp içeri girdiğinde yüzünde donuk bir ifade vardı. Yalnızlığa alışmak üzere olan Tibet kapı sesiyle irkilip koyu gözlerini içeri girenlere doğru çevirdi. Ateş, Leyla'nın arkasından gelip kapıyı kapattı. Elinde siyah kapaklı pek kalın olmayan dosya ve iki parmağı arasına sıkıştırdığı siyah kalem vardı.

Leyla Tibet'in karşısındaki sandalyeyi yere sürterek çekince zemine sürtünen demirin tiz sesi kulaklarında çınladı. Onun donuk suratına rağmen Tibet rahatsız olmuş gibi kaşlarını çattı. Ateş ona dik dik bakarak Leyla'nın yanındaki boş yere oturdu ve elindeki dosyayı kalemle birlikte masaya bıraktı.

"Tibet Kaya. Beykent Üniversitesi İletişim fakültesi son sınıf öğrencisi," dedi Leyla. "Yanlış mıyım?"

Tibet başını olumsuz anlamda iki yana sallayınca Leyla rahat bir tavırla arkasına yaslandı. "Komiser Leyla Karanfil. Seninle zaten daha önce karşılaşmıştık hatırlarsan. Üniversitede."

Tibet onu yanıtsız bırakmıştı fakat bakışlarından tanıdığı açıkça belli oluyordu. Yine de Leyla bu konuyu üstelemedi. "Bir şey içmek ister misin?" diye sordu onun yerine. "Çay? Kahve? Su?"

"Avukatımı istiyorum. Daha önce de söyledim."

"İyi yapıyorsun hoş yapıyorsun da, avukatına ulaşılamıyor. Onu ne yapacağız?"

"Ulaşılamıyor mu?"

"Söylediğin kişiyi defalarca aradık, aramalara kimse çıkmadı."

Tibet, "Kendim aramak istiyorum," diye diretince Leyla başını Ateş'e çevirip, "Telefonunu getir," dedi.

Ateş odadan çıkıp birkaç dakika sonra geri döndü. Elindeki siyah telefonu Leyla'ya uzattı. Kendisi tekrar yerine otururken Leyla bakışlarını Tibet'in yüzüne dikip, "Eğer kendi avukatına ulaşamazsan buradan senin için birini ayarlarız," dedi ve masaya bıraktığı telefonunu Tibet'e doğru ittirdi.

Tibet telefonu alıp ekranda birkaç yere baktı fakat kimseyi aramadı. Derin bir nefes aldı ve ekranı kapatıp telefonunu tekrar Leyla'ya uzattı. "Avukatımı istemiyorum," dedi. "Ulaşılamıyor dediniz zaten."

Leyla birkaç saniye onun yüzüne dik dik baktıktan sonra telefonu Ateş'e verdi. "Başkomisere götür," dediğinde Ateş anlamayarak ona baktı. Leyla ise bir şey demeden gözlerini kapatıp açtığında Ateş başını sallayıp aceleyle odadan çıktı.

İkisi yalnız kalınca Leyla dirseklerini masaya yaslayıp Tibet'e biraz yaklaştı. "15 Şubat, saat 22:38'de neredeydin?"

"Evde. Uyuyordum," dedi Tibet hiç düşünmeden.

Leyla derin bir nefes alıp dosyadan bir fotoğraf çıkarttı. Tibet'in güvenlik kamerasından bulunan görüntüsüydü. "15 Şubat, saat 22:38'de söylediğin gibi evde değildin. Peki nereye gidiyordun?" diye sordu. İşaret parmağıyla fotoğrafın altındaki tarihle saati gösterdi.

"Biraz dolaşmaya çıkmıştım."

"Neden yalan söyledin peki?"

"Amacım yalan söylemek değildi. Aklımdan çıkmış sadece."

"İyice düşünüp cevap ver lütfen," dedi Leyla çatık kaşla.

Tibet bir şey demeden gözlerini masanın üzerindeki kaleme dikti. "Eve ne zaman döndün?" diye sordu Leyla.

"Hatırlamıyorum, gece yarısını geçmiştir."

"O zamana kadar dışarıda mı kaldın?"

"Evet."

"Böyle bir havada mı?"

"Soğuğu seviyorum," dedi Tibet, bakışlarını onun yüzüne çıkarırken.

"Dolaştığın güzergahı hatırlıyor musun peki? Nerede olduğunu gösterecek kanıtın var mı?"

Tibet yaslandığı sandalyeden doğrulup masaya yaklaştı. Kollarını masaya dayayıp yüzünü Leyla'nın yüzüne yaklaştırdı. Böylelikle ikisinin de bakışları birbirine kenetlenmişti.

"Neden kanıtlamak zorundayım? Beni burada hangi gerekçeyle tutuyorsunuz?"

"Gerçeğin meydana çıkmasını engellemek amacıyla, bir suçun delillerini yok etmek, silmek, gizlemek, değiştirmek veya bozmak suçundan göz altındasın," dedi, Leyla tek nefeste.

Tibet gerginliğini bastırmak adına yapmacık bir şekilde gülümsedi. "Hangi delil?" diye sordu. "Neden bahsettiğinizi bilmiyorum."

Leyla önündeki bilgisayarı Tibet'e doğru çevirdi ve işaret parmağıyla ekrandaki dosyaları gösterdi. "Bu gezi kulübünün bilgisayarından alınan dosyalar. Şubat ayında geziye çıkan öğrencilerin yer ve durum bildirim raporları," dedi. "15 Şubat'a ait rapor yok."

"Yani?"

"Yanisi, silinmiş ve bilgisayara erişim izni iki kişide var. Berkan Çolak ve sende."

"O ekip benim sorumluluğumda değildi. Raporları Berkan alıyordu. Neden ona sormuyorsunuz?"

"Sormadığımızı nereden çıkardın?" dedi Leyla. "Senden farklı olarak o gece nerede olduğunu kanıtladı."

Tibet yanaklarını havayla şişirip bıkkınlıkla ofladı. "Ne yani o değil diye ben mi suçluyum? Belki hiç rapor falan yoktu. Silindiğini nereden çıkardınız?"

"Sence biz sohbet mi ediyoruz?" diyen Leyla ile Tibet'in kaşları kavislendi. Anlamayarak baktı komiserin yüzüne. "Ne?" derken başını hafifçe geriye çekmişti.

"Hayırdır soru sormalar falan? Sen mi beni sorguluyorsun?" Leyla sertçe elini masaya vurdu. "Ne soruyorsam net cevaplar ver yeter. Laf kalabalığına lüzum yok."

Tibet sırtını koltuğa yaslayıp Leyla'dan mümkün olduğu kadar uzaklaşmaya çalıştı. Parmaklarıyla masanın üzerine vururken gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Yeniden Leyla'ya odaklanınca, "Beni açıkça suçlamanıza izin veremem, kendimi savunmam gerekiyor," dedi.

"Bu yüzden mi avukatını aramayı reddettin? Kendini savunmak için mi?" dedi komiser. Kollarını göğsünde kavuşturup yalancı bir şekilde gülümsedi. Bakışlarındaki o keskinlik loş ışıkla aydınlatılmış odanın içinde sanki soğuk rüzgarlar estiriyordu. "Yoksa aslına amacın hiç avukatınla konuşmak olmadı mı?"

"Hayır, başka bir niyetim yoktu. Sadece ulaşamayacağımı düşünüp aramak istemedim."

"Dediğin gibi olsun bakalım."

Leyla ve Tibet'i camın arkasından izleyen ekip son derece gergin ve sabırsızdı. Tibet'in bir an önce konuşmasını istiyordular. Üzerindeki baskılar artmıştı, üstleri katili talep ediyordu. Bir yandan da haberi alan gazeteciler karakolun kapılarına dayanmışrı. En zoru ise maktullerin aileleri idi. Her gün gelerek suçluyu soruyordular.

Mahir, Leyla'nın gönderttiği telefona bakarken düşünceliydi. Komiserin son sözleri ekibin kafasını karışıtmıştı. "Leyla bize bir şey mi anlatmaya çalışıyor?" dedi Egemen, sarı saçlarını karıştırırken.

Bilgisayar masasına yaslanan Beliz onaylar biçimde başını sallayıp, "Asıl amacının avukatına ulaşmak olmadığını ima ediyor," dedi. "O halde telefonu ne için istemiş olabilir?"

Mahir telefonda son girilen uygulamalara bakmak istedi fakat geçmiş temizlendiği için bir şey bulamadı. Arama kayıtlarına, fotoğraflara baksa da bir şey bulamadı.

"Telefonu size getirmemi istedi," dedi Ateş, Mahir'e bakarken.

"Başkomiserim gidip Leyla komiserime sorayım mı?" Bilgisayarın karşısında oturan Uraz gözlerini yukarı kaldırıp konuşunca Mahir ona bakmadan, "Ne soracaksın?" dedi.

"İşte telefonda ne var, görmenizi istediği şey ne diye."

"O da bilmiyor," diye yanıtladı Mahir.

"Bilmiyor mu?"

Sıkıntıyla iç çeken başkomiser yorgun bakışlarını Uraz'a çevirip, "Bilse niye bize zaman kaybettirsin Uraz? Direkt söylerdi değil mi? Sadece bir şeylerden kuşkulandı ve bunu bizim bulmamızı istiyor," dedi.

Aniden bir bildirim sesi gelince herkesin bakışları Mahir'in elindeki telefona çevrilmişti. Mesaj kutusunun üzerindeki '1' yazını görünce direkt mesajı açtı.

"Kredi kartı kullanımıymış," dedi Ateş hayal kırıklığı dolu bir sesle. Dudaklarını büzüp, "Ben de Volkan yazdı sandım," diye ekledi.

Yanındaki herkes ona dik dik baktığında Ateş büzdüğü dudaklarını düzeltip şaşkınca arkadaşlarına baktı. "N'oldu ya?" dedi. Sağ tarafında duran Beliz koluyla onu karnından ittirerek Mahir'den uzaklaştırırken, "Gerçekten bazen salak mısın yoksa numara mı yapıyorsun anlamıyorum," dedi ve açtığı boşluğu kendi bedeniyle doldurup telefona baktı.

"Ne diyorsun kızım yine?"

"Lan Tibet burada ya," dedi Beliz öfkeyle camın arkasını gösterirken. "Ve kredi kartı kullanılmış. Demek ki neymiş? Kartı kullanan bir başkasıymış. Anlamadığın bir şey var mı?" Küçük bir çocuğa anlatırmış gibi anlatınca Egemen gülüp Ateş'in sırtına iki kez vurdu. "Var mı koçum?"

"Yok komiserim, anladım."

"Çok şükür."

Mahir başını iki yana sallayıp yeniden telefona baktı. Kart kullanımı birkaç saat önce de yapılmıştı. "Ailesinden biri kullanmış olabilir mi?" diye sordu Uraz.

"Sadece annesi var, o da hasta, yataktan kalkamıyor."

Egemen'in sözleri ile başını sallayıp, "Volkan olma ihtimali artıyor öyleyse," dedi.

"Büyük ihtimalle o."

"Ya kız arkadaşı falansa?"

"Telefonda kız arkadaşı olabilecek potansiyele sahip ne bir isim, ne mesaj, ne de fotoğraf gördüm. Kız arkadaşı olduğunu sanmıyorum."

Mahir derin bir nefes alıp Uraz'a baktı. "Kartın nerede kullanıldığını öğrenebilir miyiz?"

"Hallederim komiserim," dedi ve ayağa kalktı. O kalkınca yerini doldurmak için bilgisayarın arkasına Egemen geçti. Uraz ise telefonu Mahir'den alıp odadan çıktı.

Leyla konuşmamakta direten Tibet'le fazla oyalandığını anlamıştı. Bilgisayarı kendine çekip, "Ailenizin gelir yeri sadece sensin değil mi?" diye sordu. "Babanı küçükken kaybettin, tek çocuksun, annen de iki yıl önce hastalık nedeniyle yatağa mahkum kaldı. Yanlışım var mı?"

Tibet'in yüzü gölgelenirken boğazında koca bir yumru varmış gibi yutkunamadı. Başını ağır ağır sallayıp, "Hayır," dedi. Dolan gözlerini birkaç kez kırpıştırıp yaşları geri ittikten sonra manalı bir gülümsemeyle komisere baktı. "Beni iyi araştırmışsınız."

Aynı şekilde gülümsedi Leyla. "İşimiz bu," dedi ve bilgisayarı tekrar Tibet'e çevirdi. "Daha iyi bir şey görmek ister misin?" Ekranda duran dosyayı açınca Tibet'in banka hesabı ortaya çıktı.

İsmini ekranda gören genç adamın gözleri kocaman açılmıştı. Leyla sonunda onu kapana kıstırmanın verdiği mutlulukla kalemi alıp ekranda bir yeri gösterdi.

"Ne kadar çok sıfır var görüyorsun değil mi?" dedi. "Hesabına 20 Şubat'ta para yatırılmış. Meblağın ne kadar olduğunu kendin görüyorsun zaten. Parayı hesabına yatıran kişi de Volkan Yıldız. Şimdi gelelim asıl sorumuza. " Bilgisayarı kendine çevirdi. "Volkan Yıldız hesabına neden bu kadar para yatırdı?"

"Özel bir mesele. Bu konuyla ilgisi yok."

"Bence yanılıyorsun."

"Hayır. Borç aldım sadece."

Leyla elini ensesine atıp saç diplerine masaj yaparken gözlerini birkaç saniyeliğine kapattı. "Bu borcu ödeyebilmeni sağlayacak bir gelir kaynağın yok."

"Ne zaman elime para geçerse ödeyebileceğimi söylemişti," dediğinde Leyla güldü.

"Bu devirde kardeş bile kardeşine bu kadar güvenmezken Volkan hocanın sana güveni gözlerimi yaşartmadı değil. Dünyada iyi insanlar hala varmış demek ki."

Tibet bir şey söylemediğinde Leyla'nın yüzündeki son gülüş kırıntıları da silindi. Bilgisayarı sertçe kapatıp ayağa kalktı. Tibet gözleriyle onu takip ederken komiser masanın üzerindeki dosyadan birkaç fotoğraf çıkardı. Ağır adımlarla masanın etrafında dolanıp Tibet'in arkasına geçince genç adam ondan uzaklaşmak için bedenini hafifçe öne eğdi.

Onu omuzlarından tutarak sırtını tekrar sandalyeye yaslayan Leyla, elinin altındaki bedenin korkudan titremeye başladığını hissedebiliyordu. "Senaryon güzel ama işleyişinde bazı sıkıntılar var," dedi. "Mantığa uymuyor. Mesela, olay günü nerede olduğunu kanıtlayamıyorsun. Bilgisayara erişim iznin olmasına rağmen onu kullanmadığını, hiçbir şey silmediğini ispatlayamıyorsun, hesabına yatırılan paranın nedenini özel olarak saklıyorsun."

Elindeki resimlerden ilkini masaya bıraktı. Çağrı Koç'un kanlı cesedini görünce Tibet'in gözleri kocaman açılmıştı. Midesinin bulandığını hissetti. Gözlerini kaçırıp başını başka bir tarafa çevirince, "Buraya bak!" diye bağırdı Leyla. Sonra Ceylan'ın resmini bıraktı masaya. "Bak. Kafatası nasıl parçalanmış. Hayatında hiç gerçek bir beyin gördün mü? Bak burada var."

Tibet ağlamaya başladığında Leyla onu umursamadan Yeşim'in resmini diğerlerinin yanına bıraktı. "Gözlerindeki o korkuyu görebiliyor musun? Peki ya İsmail? Ölürken nasıl acı çekmiştir tahmin edebiliyor musun?" Tibet'in omuzları ağlamaktan sarsılırken öfkesinden nefes nefese kalan genç komiser onun sağ tarafına geçti yüzünü görmek için.

"Neden bakamıyorsun? Hayattayken gülüp eğlendiğin arkadaşların hepsi. Şimdi neden bakamıyorsun? Bakamıyorsun çünkü suçluluk duyuyorsun. Bakamıyorsun yüzlerine değil mi? Söylesene, hiç mezarlarına gittin mi?"

Tibet'ten bir hıçkırık yükseldi. Gözyaşları arasından, "Ben onlara bir şey yapmadım," dedi. Boğuk çıkan sesi yüzünden söyledikleri zar zor duyulmuştu. Leyla elindeki son fotoğrafa baktı. Ahsen'in tanınmayacak haldeki cesedini görünce dudakları titredi. Zorla nefes aldı. Son resmi de masaya bıraktı.

"Bu kızın günahı neydi peki?" dedi. Sakinleşmek için yumruğunu sıktı. Tibet, Ahsen'in resmini görünce korkuyla sandalyeden fırladı. Masadan uzaklaşmaya çalışıyordu ki, Leyla onu kolundan yakalayıp hızla yerine oturttu. "Cevap ver lan! Sen çalışırken Ahsen annene bakmak için kaç kez geldi evinize söyle. Size gelince evine geç döndüğü için babasından kaç kez dayak yedi, söyle. Böyle mi teşekkür ediyorsun ona?"

Islanan kirpiklerini öfkeyle kuruladı. Eliyle yüzünü kapatan Tibet'e doğru eğildi. "Onu tesadüfen bulamasaydım kimse nerede olduğunu bilmeyecekti, öyle kimsesiz bir şekilde yatacaktı soğuk toprağın altında. İnsanların ayakları altında kalacaktı mezarı. Herkes onu suçlayacak, katil diyecek, lanet okuyacaktı. Annesi kızını bulamadan ölüp gidecekti. Bu mu iyiliğinin karşılığı?"

"Ben bir şey yapmadım!" diye gürledi Tibet. "Ben kimseyi öldürmedim."

"Sen katili saklayarak hepsini öldürdün."

"Yapmadım."

"Susmak için para aldığında bir kez daha öldürdün."

"Ben öldürmedim," diye bağırıp masanın üzerindekileri yere savurdu Tibet. Ahsen'in fotoğrafı havalanıp ağır ağır aşağı süzüldü ve Tibet'in ayak ucuna düştü.

Meçhul (ASKIYA ALINDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin