Han Jisung, meleğinin yaralarını sarmayı neredeyse bitirmişti. Hyunjin'in hırsla yanına gelip çift bağıyla sahip olduğu haklarını öğrenmesinin buralara kadar varabileceğini tahmin etmeliydi. Eğer etseydi şu anda acıyla kıvranan güzel meleği huzurla bahçede oturuyor olabilirdi.
"Hyunjin sana sadece kısacık anlığına kullanmanı söyledim. Kendini o kadar zorlamışsın ki bedenin bölük pörçük olmaktan son anda kurtulmuş." Derin bir iç çekerek ellerini çıplak sırtta gezdirdi. Gözleri bir elmas kadar parlaktı "Bazen bir melek olduğunu unutuyorsun. Sen şeytani duyulara, eylemlere dayanamazsın Hyunjin. Bunları yapman yalnızca senin zararına olur."
Han Jisung'un kendisi de tüm bu sözlerinin boşlukta bilinmeyene doğru savrulacağının farkındaydı. Tıpkı Hyunjin'in küçüklüğünden beri özel bir melek olduğunu bilmesi gibi. Eğitimi uğruna feda etmeyeceği hiçbir şeyin olmadığını açık açık gösteren bu güzel melek, görev almaya başladığından beri aynı gözü karalığını devam ettirmişti.
Bunun iyi olup olmadığına karar vermekse güçtü. Sonuçta görevine sonuna kadar sadık olan bir meleğe kim ne diyebilirdi ki? Ancak Han, son olaylardan sonra Hyunjin'in yaptıklarını sağlıklı bulmuyordu. Üstelik bu hırs ciddi boyutlara ulaşmış, neredeyse tüm uzuvlarını birbirinden ayıracak seviyeye gelmişti.
Dirseklerine kadar düşürdüğü beyaz gömleğinin açıkta bıraktığı sırtı kırmızı çiziklerle doluydu. Zihni o kadar yoğundu ki Dünya'da gördüğü ve tadını çok merak ettiği için parmağını batırıp dudaklarına götürdüğü bala benziyordu. Bu ağız tatlandırıcı yiyeceğin kaseye aktarılırken davrandığı kadar yavaş işliyordu düşünceleri. Han'ı net biçimde duyduğu bile meçhuldü.
"...Hyunjin?" Han önündeki yaralı meleğin gittikçe artan anlamsız kahkahasını şaşkınlıkla izleyerek önüne geçti. Dizlerini kırarak yüzlerini hizaladığında burnundan akan yoğun mor sıvıyı görebilmişti. Omuzlarından tutup sarsarak sesini yükseltti "Hyunjin bana bak! Neler oluyor?!"
Uzun siyah saçlı melek kafasını kaldırdı. Gözlerinin önüne düşen perçemler baş melek tarafından arkaya itilmişti. Durduğu kahkahasının yerine kondurduğu gülüş daha önce Jisung'un pek de iyi yollarla deneyimlediği bir gülümseme değildi.
Yoğun mor sıvı dudaklarını aşıp boynuna, oradan da gömleğini sıyırdığı için açıkta kalan göğsüne iniyordu. Gözleri yukarı kaydı bir anda, yalnızca güzel yeşil kürelerinin beyazı görünüyordu artık. Bedeni tamamen yere yığılmadan önce bir şey fısıldadı ancak söylediğinin anlamını bilemeyecek kadar her şeyden habersizdi.
Han Jisung'un onu kendi odasına götürüp yatağına yatırması üzerinden uzun olarak nitelendirilebilecek bir süre geçmişti. Baş melek bildiği bütün duaları, taşları, enerjileri deneyerek bir kenara oturmuş; endişeli bakışlarını bir kez olsun meleğinden çekmemişti. Eğer bu durum yüce konsey tarafından öğrenilecek olursa başlarına en kötüsünün geleceğini biliyordu.
"Nasıl müsaade ederim, nasıl NASIL?!" Alnına birkaç kez vurarak yüzünü sıvazladı. Tanrı'nın kendisine bahşettiği bedene zarar verdiği için alnına vurduğu zamanki can acısından daha fazlasını hissediyordu şimdi. Sakinleşmek için okuduğu birkaç duanın ardından meleğinin başucuna oturup saçlarını okşadı "Neden izin verdin buna? Neden seni eşi olarak seçmesine izin verdin Jinnie, seni onca zamandır saklamaya çalışırken geleceğin için en tehlikeli yolu neden seçtin?"
İçgüdüsel bir hareketle kapıya döndü. Ya biri tarafından dinleniyordu ya da davetsiz bir misafir birazdan odasına gelecekti. Hızlı ancak nazik hareketlerle Hyunjin'in saçlarını görünmeyecek şekilde başının altına sakladı. Birkaç minik tutam yanlardan çıksa da şimdilik sorun yok gibi görünüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sinner | Hyunchan
FanfictionBir şeytan olan Chan'a ne bir insan ne de bir melek karşı koyabilirdi. -- *Uyarısız Yetişkin İçerik* -slow update-