*iyi okumalar 🖤
"Munteza, zaten ehliyetin yok. Bari hız yapma!"
Munteza, babasının arabalarından birini aldıktan sonra Pamukova'daki eve doğru yola çıkmıştık. Şöför istemediği konusunda ısrarcıydı. Ben de onu ikna edememiştim. Yakalanırız dediğimde bu plakayı çevirmeyeceklerini söylemişti. Zenginlerin Dünyası, onların kurallarıydı. Beni ikna etmişti ama bu kdar hız yapmayı beklemiyordum.
"Yavaşım zaten"
Ona tersçe bakıp "Bok yavaşsın. Ya bari sollama yapma" diye mırıldandım.
Arabaları makaslaya makaslaya gidiyorduk. Bir arkalarını görüyordum bir yanlarını. Kalbim, bu yolculuğun bitiminde yorulmuş olacaktı.
Munteza sırıtıp "Az adrenalin ruhun olsun" dedi.
"220'e çıktığında, gitti ruhum."
Kahkaha attığında, göz devirdim. Viraja girerken arabayı kaydırınca gözlerim irileşti. O birkaç saniye de ölmüş bile olabilirdim. Tekrar arabayı düzelttiğinde, nefesimi bıraktım.
"Kaza yapar ve ölmezsek, seninle bir daha ekmek almaya bile gitmem"
Gözünü bana çevirip "Güven bana" dedi.
"Bir daha o gözün yoldan ayrılsın, senle arama set çekerim."
Tekrar sırıtınca, ona orta parmak çektim. Gözünü çevirip bakamamıştı. Ehliyet kemerine sıkı sıkı sarılmış, can simidimmiş gibi tutuyordum. 17 yaşındaki veletin nesine güvenecektim? Ben de o yaşta olabilirdim ama umrumda değildi. Kendime de güvenmiyordum.
Munteza biraz daha yavaşlayınca rahatlamıştım. Artık yoldaki arabaları 1 saniyeden daha uzun görebiliyorduk.
"Sen çanta getirmemişsin. Senin için de kıyafet koydurdum bu arada."
'durdum' kısmı önemli ayrıntıydı. Beyefendi hiçbir şeyini kendi hazırlamıyordu. Hazırlayamadığından değil, gerek olmadığından. Onun için her şeyi yapacak insanlar vardı. Onun tek yapması gereken sıçmaktı. Sifonu çekilirdi.
"Yiyecek bir şeyler aldın mı?"
Daha önce pamukovadaki bağ evine gitmiştik. Havuzlu, küçük bir evdi. Ailesi değil, Munteza bizim için yaptırmıştı. Ben de büyük olmasını istememiştim. Kirada otururken, ev yaptırıyordum anasını satayım. Çakma lükslük oluyordu bu.
Munteza "Markete uğrarız" deyince, "Yemekleri kim yapacak?" dedim.
Ben yemek yapmaktan anlamazdım. Munteza yumurtanın kırıldığını bile bilmiyor olabilirdi. Biraz daha yavaşlarken, bana baktı. Artık gözlerini yoldan çevirebileceğini düşünmüş olmalıydı.
Soru sorar gibi "Sen?" deyince "Makarna yapabiliyorum" dedim.
Munteza makarnadan nefret ederdi. Önüne dönerken, yüzünü buruşturduğunu görmüştüm. Garip bir yemek zevki vardı. Makarna, hamburger, pide, kırmızı et giren her şeye uzaktı. Haşlanmış tavuk eti, tropikal meyveler ve baklagillerle yaşıyordu. Ben bezelyeyi onun kadar seven başka insan tanımamıştım. Nohutun köpeğiyken, börülce ile evliydi.
"Bebeğim ya biz senle aç kalırız"
"Normalde kalan biri oluyordu. Gitti o değil mi?"
Kafasını sallayınca, dudaklarımı düz çizgi haline getirip "O zaman aç kalacağız" dedim.
Gideceğimiz yere yemek de söylenmiyordu. Mecbur hazır gıda ve yağ alacaktık. Yağı dök, yiyeceği koy, yanmadan al. Bunu Munteza bile yapabilirdi.
Hoşnutsuzca "Sen niye yemek yapmayı bilmiyorsun?" dediğinde, tek kaşımı kaldırıp "Sen niye bilmiyorsun?" diye karşılık verdim.
Hemen savunmaya geçti.
"Bizde annen yemekleri yapıyor."
Gülüp "Eee bizde de?" dedim.
O da gülümseyip "Doğru" demişti.
Bu şapşallığı hoşuma gidiyordu. Aslında demek istediği 'bizde çalışan var, sizde yok' tarzı bir şeydi. Yani annem dışında birimiz yemek yapabilirdik. Onun bunu yapmasına gerek kalmamıştı.
"Mutlu olacağın bir şey söyleyeceğim. Börülce salatası yapabiliyorum."
Anında yüzü ışıldayıp, bana döndü. Yolu işaret edip "Uzun bakma" dedim.
"Kralsın. Zor mu o?"
Börülceyi suya koyup haşlıyordun. Sonra da otlarla karıştırıyordun. Yumurta kırmaktan bile basitti. En azından kabuk gidecek derdi yoktu.
"Çok zor ama sen seviyorsun diye öğrendim"
Arada cilve yapmayı biliyordum. Boğazını temizleyip, dudağını ısırdı. Bu dedigimin deli gibi hoşuna gittiğini biliyordum. Ne zaman onun için bir şey yaptığımı söylesem, aynı ifadeyi yapardı. Gözleri parlar, kaşları kalkar ve alt dudağını dişlerdi. Onu izlerken ben de istemsizce dudağımı ısırdım.
Parmaklarıyla direksiyonda ritim tutarken "Ben de bir şey öğrendim ama dalga geçmeyeceksin" dedi.
Merakla "Ne?" dedim.
Umarım bana yıllarca dalga geçecek malzeme verirdi.
Boğazını temizleyip "Düğme dikmeyi" deyince gözlerim irileşti. Şaşkınca "Yok artık" dedim.
Aklıma, gömleğimin düğmesi koptu diye, gömlek almaya gittiğinde onu azarlamam geldi. Bunu üzülsün diye yapmamıştım. 'Annem dikerdi. Yenisine ne gerek vardı?' derken, düşündüğüm şey 'niye her şey onun için basit' olmuştu. Gömlek gerçekten basit konuydu ama ben düğmem kopunca, umarım yeri yırtılmamıştır diye dua etmiştim. Benim için yırtılsa alacak param yoktu. Tekrar almalarını isteyemezdim. Bunu düşünürken, içimi yemiştim. O ise bana düz şekilde gömleği uzatıp 'diğerini atarsın' demişti. Yani, şanslı oluşunu kıskanmıştım. O noktadan, para isteme yüzsüzlüğünü yapacak noktaya gelmek harikaydı. Kendim için değil diye avunuyordum. Bu cidden canımı yakıyordu.
Gururlanır gibi "Artık bana har vurup harman savuruyorsun demezsin. Hatta geçen giydiğim okul gömleğinin kolundaki düğmeyi dikmiştim." dediğinde, tebessüm ettim.
Benden övgü beklediği belliydi. Onu övdüğümde mutlu oluyordu. Hala dünyanın en harman savuran insanı olduğunu düşünsem bile, mutlu olmasıni istedim.
"Senle gurur duydum"
Gülümseyip yanağını kaşıdı. Kafamı koltuğa yaslayıp, onu izlemeye devam ettim. Bazı konularda gurur duyuyor ve her zaman çok seviyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mu Kıtası (bxb)
RomanceTAMAMLANDI Munteza zorbanın tekiydi ama Uğurcan'a iyi davranırdı. Uğurcan'sa en büyük zorbalığı kendisine yaptığını düşünüyordu. Duygusal ve toparlanamayacak şekilde.