8

23.9K 1.8K 425
                                    

*iyi okumalar 🖤

Havuzda yüzdükten sonra yıkanıp, yemek yapmaya başlamıştık. Daha çok ben yapıyor, Munteza'da sebzeleri soyuyordu. Soymak değil de katletmek demeliydim. Soyma bıçağı olmadığından, salata ve turpu ziyan etmişti. En sonunda israfına dayanamayarak elindeki bıçağı aldım.

Onu kışkışlarken "Sen tavuk yemeğini karıştır." dedim.

Kalan sebzelerin kabuklarını incecik soydum. Munteza, hiçbir meyveyi ya da sebzeyi kabukla yiyemiyordu. Onun yeme alışkanlıklarını yazsam uzun bir liste çıkardı. Hepsini biliyor olmam, yılların tecrübesiydi. En ufak acıyı ve ekşiyi yiyemezdi. Yemekteki baharatların toplamı bir çay kaşığı olmalıydı. Buna karşılık istiyorsan yemeği tuza bas, gıkı çıkmazdı. Çok tuzlu ve çok tatlı yiyebiliyordu. Tavuğu önüne kemikle koyarsanız, midesi bulanır ve asla yemezdi. İlla kemiğinden  ayırmanız gerekiyordu. Kırmızı ette yediği tek şey salam ve pastırmaydı. Pastırma fazla baharatlı olduğundan haşlamadan yemezdi. Salamı ise ekmek arası yiyebiliyordu. Onun dışında asla yiyemediği meyveler vardı. Nar, erik, kayısı, ayva ve kavun. Hepsinin de aydı hikayesi vardı. Erik ekşi diye direkt eleniyordu. Kayısı yedikten sonra kusardı. Ayva sert olduğundan, yeme zevkini kaçırıyordu. Narı da ekşi olduğu için sevmiyordu. Tatlı narı ise, bir kez ekşiye denk geldiği için yemeyi bırakmıştı. Kavun ayrı olaydı. Hem yiyemiyor hem de o dokudaki bir meyvenin nasıl yendiğini anlamıyordu. Ona dokusunda ne var dediğimde ıslak saman gibi demişti. Bazen soru sorduğuma pişman olurdum. Munteza'nın yemek alışkanlıkları böyleydi işte. Küçük bir çocuğunki gibi. Ya da midesinde ülser olan dedeminki gibiydi. Ben ise onun tam tersiydim. Önüme ne konsa yer ama sebzelerden nefret ederdim.

Munteza yemeğe bakıp, yanıma geldi. Ben salatanın sosunu hazırlamış, döküyordum.

Bana arkadan yaslandı. Sırtım göğsüne değince ellerim titredi. İstemeden sosun bir kısmını tezgaha döktüm.

Ellerini karnıma doladığında heyecanım daha da arttı. Her zamanki gibi temasları tereddütsüzdü. İki arkadaşın bu kadar yakın olmasını garipsemiyordu. Çenesini omzuma yasladığında, enseme çarpan nefesiyle ürperdim.

Tok sesiyle "Yemek yapamadığını söylerken, yalan söylemişsin" dedi.

Acilen uzaklaşması gerekiyordu. Yoksa nefes darlığından ölecektim. Birkaç kez yutkunurken, miktarını önemsemeden tabaktaki tüm sosu salatanın üstüne boşalttım. Titreyen ellerimle tutmaya devam etsem, hepsi yere dökülecekti. Tabağı bırakıp derin bir nefes aldım.

"Her şeyi haşlıyorum. Bunun için bir şey bilmeye gerek yok."

Sesli şekilde gülerken "Olsun" dedi.

Kalbim göğüs kafesimle savaş veriyordu. Dışarı çıkıp, ölmek için istekliydi. Sırtımda hissettiğim kalp atışı onun muydu, benimkinin yankısı mıydı emin olamıyorum.

Elleri karnımda gezinirken, hala kendini geri çekmiyordu. Ellerimi, ellerinin üzerine koydum.

"Munteza, bana dayamayı tahmini ne zaman kesersin?"

Kalçasıyla asla temas etmememe rağmen bunu söyledim. Çünkü heyecandan ölecektim. Kollarından çıkmaya isteğim yoktu. Olduğum yerden memnundum. O yüzden çekilmesi gereken, oydu.

Yine seslice gülüp "Popoya bak maşallah" dedi.

Karnımdaki elini popoma indirince irkilip, kollarının arasında döndüm. İşte, sınır dediğimiz şey 'temas edilen nokta'ydı. Ve Munteza'nın bundan haberi yoktu.

Onu iterken "Geri bas" dedim.

Yüzündeki sırıtıştan alay ettiğini anlıyordum. Ama bedenim bu alaylarını ciddiye alıyordu. Hormonlarım, uyanmaya çok musaitti.

Ellerini kaldırıp "Tamam, kıymetline dokunmadım" dedi.

Ocaktan fokurdama sesi gelince, bu konuyu uzatmadım. Taşmak üzere olan yemeğin kapağını açıp, altını kıstım.

"Masayı ayarlasana"

"Tabaklar nerdeydi?"

Sol köşedeki dolabı işaret ettiğimde açıp gerekenleri aldı. Merdivenin yanındaki masayı hazırlarken, yemeği karıştırmaya devam ediyordum. Fokurdayan su, içim gibiydi. Aynen böyle kaynıyordum. Ateş ise Munteza'ydı. Hem kaynamamın nedeni, hem de derecesini ayarlayan varlıktı. Dokunuşlarının bendeki etkisinin farkında değildi. Olmadığını biliyordum çünkü farkettiği an geri çekiliyordu. Hep böyle olmuştu. Bakışlarıma gölge düşerse, Munteza yaptığını farkeder uzaklaşırdı. Çoğu zaman ise hareketlerini normal bulurdu.

Munteza beni seviyordu. Davranışları verdiği değer bunun kanıtıydı. Cinsel anlamda arada bir bana çekildiğinin de farkındaydım. Ama o bunu farketmiyor gibiydi. Sanki 'kardeşlik' adı altında yere beni sokup, bu yüzden yaptığı her şey de kendine hak bulur olmuştu. Son zamanlarda kalkan siki bu kardeşliği sorgulatıyor olmalı ki, benden kaçınmaya başlamıştı. Yani en azından gözleri dudaklarıma indiği zamanlar.

"Bebeğim, kola mı içeceksin meyve suyu mu?"

Düşüncelerimden çıkıp, dolabın önündeki çocuğa baktım.

"Kola"

Kendine maden suyu, bana kola çıkardı. İçecek olarak ya sıkma meyvesuyu ya da maden suyu içerdi. Benim de asla içmem dediğim şey madensuyuydu. Asidi boğazımı yakıyordu.

Yemeğin altını kapatıp, tencereyi masaya aldım. Munteza bardaklara içecekleri doldururken, ben de tabaklara yemeği doldurdum.

Onunla, böyle olmak çok normal gibiydi. Oysa Munteza, masaya tabak taşıyacak biri değildi. İçeceğini doldurduğu tek kişiydim. Özel hissediyor muydum? Dibine kadar. Değerli hissediyor muydum? Fazlasıyla. Ama tüm bunların ötesinde, umutsuz hissediyordum. Sanki hep böyle olacak, ümitlenecek ama asla ona tamamen sahip olamayacaktım. Eğer o sınırı geçersem, Munteza benden nefret eder gibiydi. Kurduğu düzeneği bozar ve ona 'kardeş değiliz' dersem bana dokunamazdı. Onun savunma mekanizmasını sikip atmış olurdum. Munteza elindekilerin gitmesinden nefret ederdi. O zaman gelince benden de edecekti. Çünkü hem elindeki, hem de gitme nedeni olacaktım.

Yemeği yerken, onun çocuklarla dün ne yaptığıyla ilgili konuştuk. Ferhat'ın evine oyun için gittiklerini, sonra da film izlediklerini söylemişti. Film dediği şey Görkem ve Rahmi'nin porno koleksiyonuydu. Bunu söylemese bile biliyordum. Neticede hepimiz ergendik. Onlarla takıldıktan sonra, yaptıkları imalardan yedikleri bokları anlayabiliyordum. Munteza'nın hetero pornoları izlerken sertleşip sertleşmediğini merak ettim. Erkekler arasında, buluşup bunu yapmak normaldi ama biz hiç yapmamıştık. Ona da 'porno izleyelim mi neye kaldırıyorsun bakmam lazım' diyemiyordum. Yemek bittikten sonra "film izleyelim" deyince, cesaretimi buldum.

"Dün izlediğiniz filmi hatırlıyor musun?"

Bilgisayarı açarken, bana bakıp dudağını ısırmıştı. Buğday teninde fazla belli olmasa bile, kulağındaki kızarıklara bakıp utandığını anladım.

Yanına oturup, gözlerine bakarken "Bugün farklı şeyler izleyelim. Porno izlediniz değil mi?" diye sordum.

Anında inkara geçip "Saçmalama ya ne alaka" demeye başladı.

Omuz silkip "İnkar etme, aç hadi" dedim.

Tereddütlü bakışlarını görünce "Onlarla izlerken utanmayıp, benden mi utanacaksın?" diye sordum.

Bu bakışlarını çekmesini sağlamıştı. Parmakları tuşlarda gezinirken, alt dudağımı dişledim. Resmen, sınırlarımı zorluyordum. Oluşunca kaçmaya çalıştığım atmosferi yaratmaya çalışmak, çift kişiliğin sonucuydu. Sanırım Munteza gibi, ben de ikinci kişiliğe sahiptim. Gerçi ikisini de aynı kişiye gösteriyordum.

Munteza, porno sitesine üyelikle girince kaşlarımı kaldırdım. Açıkcası küçük bile olsak buna ihtiyacı yoktu. Ona çıkma teklifi eden kızlar, altına girmeye hevesliydi. Munteza'ın hiçbirine yüz vermemesi ise benim için iyiydi. Aksi olursa, artık kıskançlığımı gizleyemezdim. Hayatımda yaptığım en büyük bencillik onu kendime istememdi. Bu yüzden onun 'aitlik' kaprisine kızamıyordum. Farkımız yoktu: İkimiz de diğerine ondan başka bir şeyin dokunmasını istemiyorduk. Onunki oyuncağını paylaşmamak, benimki ise sevdiğinj paylaşmamak gibiydi. Bunu kabulleneli çok olmuştu.

Mu Kıtası (bxb)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin