*iyi okumalar 🖤
Duşların olduğu kısım da, onunla aynı kabine girdiğimde, Munteza bana ters ters bakmıştı.
"Bebeğim her yer boş."
"Görmediğim şey mi?"
Havluyu kapıya asıp, öylece dikilen Munteza'yı omzumla ittirdim. Tişörtlerimiz üzerimizde emanet gibiydi. Kendiminkini omzumdan çekip kapıya astım. Munteza hâlâ heykel gibi durunca, iç çekip ona döndüm.
Fısıltıyla "Seni soymamı mı istiyorsun?" diye sordum.
Parmaklarımı ona doğru uzatıp, hırkasının açık fermuarından gözüken göğsünde gezdirmeye başladım. Dışarda tıkır tıkır çocukların sesleri geliyordu. Bu yüzden sessizce fısıldamaya devam ettim.
"İstediğin buysa yapabilirim."
Muzipçe söylediğim şeyden sonra yüzüne baktım. Çenesi kasılı duruyordu. Birden bileğimi tutup, sertçe itti. Neden bu kadar kasıyordu bilmiyordum. Ben geldiğimde, o gidiyordu. O geldiğinde benim de gelesim geliyordu. Böylece bitmeyecek bir paradoksa girmiş oluyorduk. Bizim ortada buluşmamız gerekiyordu.
Bileğimi ovalayıp "Bu acıttı" dedim.
Hırkasını çıkarıp, astıktan sonra "İyice yalancı oldun." diye tısladı.
Kaşlarımı 'vay' dercesine kaldırdım. Bana olan sakin tutumunu artık koruyamıyordu. Bu kadar mı sorundu dokunmam? Farkında değildi ama beni daha da gazlıyordu. Artık benden gitmeyeceğini biliyordum. Bu sert tepkilerin altında bir şeyler olmalıydı. Biraz daha açığa çıkarıp onları bulacaktım.
Tıklanan kapımızın ardından, takımdan biri "lan iki kişi mi girdiniz?" diye sordu.
Munteza'ya bakarken kaşlarımı indirip, dilimi dudaklarımda gezdirdim.
Tebessüm edip "Evet, sen de gelecek misin?" diye bağırdım.
Munteza'nın kaşları çatıldı. Çenesi biraz daha kasıldı. Benimle ilgili en ufak şeyde öfkelenmesi, hiçbir zaman değişmeyecekti. Kıskançlığımız birbirimizinkiyle yarışırdı. Bu güvensizlikten değil sahiplenmekten dolayıydı. Birbirimizin hayatını sahipleniyorduk.
Dışardaki çocuk muzipçe "Açın kapıyı" dediğinde, Munteza zorlanan kapıya bakıp, sesini yükseltti.
"Bu kapıyı götüne sokmak için açarım!"
Çocuğun sesi anında kesilirken, göz devirdim. Munteza'nın elit olması gerekiyordu. Bu okulda ciddi anlamda beyefendiliğin zirvesi olan tipleri görmüştüm. Munteza'nın benden dolayı ağzı bozuk olduğuna emindim. Annesi İstanbul Türkçesiyle, babası da Türkçeyi sonradan öğrendiğinden son derece sade bir dilde konuşurdu. Benimki sanki bizim mahalleden çıkmış gibiydi.
"Göt möt deyince azdım."
Sinirle bana bakıp "Oynamaya devam edersen sikeceğim belanı" diye tısladı.
Kudursa bile devam edecektim. O yelkenleri indirip, benim olmasına ihtiyacım vardı.
"Direkt beni siksen, rahatlarsın." dediğimde derince oflayıp, kapıya yöneldi.
"Sen bu değilsin Uğurcan. Olmadığın biri gibi davranmayı bırak. Canımı sıkıyorsun."
Omuzlarından tutup, onu duvara doğru ittim. Bedenimi bedenine yapıştırdığımda kaskatı kesildi. Ben kimdim? Kendi hayatımda hiçtim. Bir tek Munteza'nın hayatında değerli hissediyordum. Kendi değersiz hayatıma onunla değer katıyordum. Ona o kadar aşıktım ki ruhum gözükse, sadece onunla dolu olduğu görünürdü. Şimdiye kadar onu bu kadar istediğimi göstermemiştim. Korkularım vardı. Eğer bana olan hislerini sorgulamasam, korkum devam ederdi. Çocuktuk, büyüyorduk ve ben en güzel zamanlarımızı bilinmezlikle geçirmemizi istemiyordum. Birlikte olmak varken, neden ayrı kalalımdı ki? Yan yana olmak değildi mesele. Yanımdayken, hislerime uzak gibi olmasını istemiyordum. Hislerimizin birbirine bu kadar yakın olduğunu düşünürken uzak kalmamalıydık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mu Kıtası (bxb)
RomansaTAMAMLANDI Munteza zorbanın tekiydi ama Uğurcan'a iyi davranırdı. Uğurcan'sa en büyük zorbalığı kendisine yaptığını düşünüyordu. Duygusal ve toparlanamayacak şekilde.