**
Göz kapaklarımı kaldırdığımda görüş açımdan oluşan dünyamın gün ışığıyla aydınlanmasını beklemiştim, beni karşılayan bu zifiri karanlığı değil. Fakat karşılaştığım ve beni içine hapseden geceden daha yoğun olan deliksiz karanlık gözlerimi açmamış olma ihtimalini zihnime düşürmüştü. Göz kapaklarıma yoğunlaşıp onları sımsıkı kapattım. Bunun karşılığında oluşan karanlık gözümü açtığımdakinden daha tekin ve rahatlatıcıydı. Yaşadığım bilinmezliğin korkusuyla çarpan kalbimi sakinleştirmeye çalışarak bu deliksiz karanlığa alışmaya çalıştım. En azından karanlığı tehlikeli addeden vücudumun adrenalin pompalayıp zihnime uyguladığı baskıyı azaltmaya çalışmıştım. Nefes alış verişlerim hızlanmıştı. Son kez derin bir nefes alıp sakince gözlerimi açtığımda karşılaştığım şey hayallerimin ötesinde kabuslarımın sebebi olan yaratıktı. Ordudayken sık sık rüyalarıma giren o ejderha.
Dehşete kapılmıştım.
Fakat bu dehşet çoğu kişinin yaşadığı/ yaşayacağı türden korku barındıran bir dehşet değildi. Ona hayran kalmıştım, güzelliği karşısında dehşete düşmüştüm. Etrafını saran kızıl alevlerle gecenin dipsiz karanlığını aydınlatan ve işinin en iyisi ustalarının elinden çıkmış gibi parlak birer mücevheri andıran zırhı göz alıcıydı. Ama bu onun zırhı değil; onun bir parçası, derisiydi. Havada asaletle süzülmesini sağlayan kanatları koruyucu bir annenin ihtişamlı kollarını anımsatmıştı. Ve bakışları... Zümrüt gibi parlak gözleri... Duygusuz bir Canavara ait değil gibiydiler. Belirgin bir endişe taşıdıklarını düşünmem çok mu çocukçaydı? Safçaydı? Fakat hayır. havada asaletle süzülürken bana beni anımsatan gözleri bir şey anlatmak istiyordu. Sanki inandığım hiçbir şeyin gerçeklikle ilişiği bulunmuyordu.
Parlak birer hançeri anımsatan dişlerini ağzını açarak görmemi sağlamıştı. Sebepsiz bir rahatlığa ve güvene sahip olmama rağmen hayran kaldığım dişlerinin arasından yakıcı bir alevin yükselmesini ve beni kavurmasını beklemiştim. Karşılaştığım tek şeyse yüzümü yalayan sıcak nefesiydi. Anlamadığım dilde bir şeyler söyledi. Sesi adeta ilahiydi. Son bir kez gözlerime, içime bir ürperti yayacak derinlikte baktıktan sonra azametli kanatlarını çırparak gitmişti. Uzaklaştığında arkasına saklamış olduğu büyük bir yumurta gördüm. Ejderhanın derisinin renkleriyle ışıldıyordu. Demek ki ihtişamlı bir güzelliğe sahip ejderha gerçekten anne bir ejderhaydı.
Yumuşak yatakta doğrulduğumda hâlâ yüzüme vuran sıcak nefesi hissediyordum. Ürperdim, tüylerim diken diken olmuştu. Bir rüyanın bu kadar gerçek gelmesi normal miydi? Peki ya nefesini hâlâ hissetmem? Bir ejderhanın konuşabildiğini daha önce hiç duymamıştım. İnce örtüyü üstümden atıp doğruldum. Hava tam bir yaz havasıydı fakat titrememe engel olamıyordum. Gün yeni yeni doğuyordu, geniş pencereye vuran kızılımsı ışık ve havanın loşluğu bunu kanıtlıyordu.
Nefes alamaz gibi oldum. Bu saatlerde saray halkı uykuda olurdu. Aldırmadım. Sessizliğe ve hem zihnimdeki hem etrafımdaki karmaşıklıktan kaçmaya ihtiyacım vardı. Bunu neredeyse fiziksel bir boyutta hissedebiliyordum. Çıplak ayaklarım her adımda buz gibi zemine değdiğinde biraz daha kendime geliyordum. Titremem azalmıştı ve artık üşümüyordum, tam tersi bedenimi bir sıcak hava dalgası vuruyordu. Adeta amansız zıtlıklar denizinde boğuşuyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SUYUN VALSI
FantasyBir yoktan vâr olma hikayesi. "Eksik olmak diğer insanlardan farklı olmaktı bizim lügatımızda. Farklı bir soy, farklı bir ırk veya fiziksel bir yetisinden mahrum bırakılmış olmaktı. En kötüsüyse herkesle aynı düşünmüyor, herkes gibi rol yapmıyorsan...