**
Beni zamanın amansız biçareliğine esir eden ve her şeyin değiştiği o güne, unutamadığım acı anılarıma çarpmama sebep veren aynı kükremeye karşı istemsizce kendi içimde bir yok oluşa gitmiştim. Ani endişeyle birlikte etrafımda çığlıklarla kaçışan soylulara baktım. Topluluktan uzakta duran ve Prens Viridian'a benzettiğim Barış Kralı daha önce yanında olduğunu fark etmediğim sarı gözlü bir delikanlıyla herhangi bir korku emaresi göstermeden ayakta dikiliyorlardı. Karanlıklar içindeki kral bir adım öne çıkıp bu tarafa doğru gelirken delikanlı kolundan tutup engel oldu ve Ylve kulaklarım sayesinde duyduğum kelimeleri söyledikten sonra boşta kalan eliyle bir hareket yaptı ve yok oldular. Büyücünün dediği şey şuydu; "Bu bizim savaşımız değil Uras."
Doğru. Bu onların savaşı değildi. Onlar tahmin bile edemeyeceğim fedakarlıklar yaparak kendi savaşlarını bitirmişlerdi. Artık barış için fedakârlık yapma sırası bizdeydi.
Alevlerin esiri olan balkona döndüğümde yeni bir ateş dalgasının üzerime geldiğini ancak fark edebilmiştim. Yanı başımda duran Prens Viridian atış yaparken ki çevikliğiyle ben daha bir şey yapamamışken hızla kolumdan tutup beni alevlerin hırçın açlığından kurtardı. Yan tarafımızdaki duvara çarptığında ben de sertçe ona çarpmıştım. Kenara çekilmeye çalıştığımda kolunu omzuma dolayarak buna engel oldu. Diğer eliyle de rüzgarını çağırmış alevlere karşı ikimiz için bir kalkan oluşturmuştu. Alevler kalkanın etrafında kaynaşarak dans ediyordu. Onları rüzgarla dışarıda tutmak oldukça zor olmalıydı.
Harcadığı eforla ve salonu dolduran sıcaklıkla anlında ter damlaları oluşmuştu. Delici bakışları bana döndüğünde benden beklediği şeyi çoktan anlamıştım. "Komutanın ve eğitmenin olarak bunu senden istemem haksızlık ama sarayın çevresindeki kanaldaki suyu çağırabilir misin? Veya şu orduda oluşturduğun söylenen koruyucu kalkanı?"
Umutsuz ve kafam karışmış bir şekilde Prense bakarak üzgünce başımı iki yana salladım. "Üzgünüm ama nasıl yapacağımı bilmiyorum. "
Gözlerimin içine inançla bakarken harcadığı efordan dolayı iki büklüm olmuştu. "Yapabilirsin."
Ondan biraz uzaklaştım ve dengemi sağlayarak gücü içimde hissetmeye çalıştım. Bu hengamede gözlerimi kapatmak ne kadar tehlikeli de olsa odaklanmam ve suyu hissetmem için bu gerekliydi. Gözlerimi kapattım ve derin bir nefes aldım. Kanaldaki suyun belli belirsiz varlığını duyumsuyordum fakat ulaşabileceğimden çok uzakta, sarayın dışındaydı.
Kollarımı indirip suçlulukla prense baktım. Artık dayanamıyor gibiydi. Rüzgar kalkanı hareketli ve enerjikti. Veliaht prensin kalkanı daha fazla dayanamayacaktı.
"Onunla konuşmayı dene."
Belli belirsiz duyduğum sesi ararken yorgun koyu yeşil harelerle karşılaştım. Kiminle, diye sormama kalmadan prensin ejderhayı kast ettiğini anladım. Alevler sonunda durmuş sarayın dışında uçan dev ejderha kükremeye başlamıştı. Prens Viridian bir süre için de olsa karşıt gücün gitmesiyle rahatlayarak derin bir nefes aldı. Ona kalkanı kaldırmasını söyledim. İlk başta tereddüt etse de kararlı olduğumu görüp dediğimi yaptı. Salonda Berla, Ardent ve prensle ben haricinde kimse kalmamıştı. Moltaine konukları güvenli bir yere götürmüş olmalıydı.
Ejderhanın kükremesi yaklaşmaya başlamıştı, az sonra tekrar alevlerden çatırdamaya ve yanmaya devam eden balo salonunun önüne gelip yok edici alevlerini üzerimize yollayacaktı. Kaçmak için vaktimiz yoktu. Elimi çabuk tutmalıydım. Gözlerimi kapattım ve ejderhanın hareketli ve öfkeli zihnine ulaşmaya çalıştım. Önce beni büyük bir öfkeyle geri itti. İnatçı bir şekilde tekrar denediğimde ise başarmıştım. Bizden ne istiyorsun?
Yer ayaklarımın altında sallandı ve bir an sarayın çökeceğini sandım. Ejderha tam karşımızda duruyordu. Gözlerimin içine bin bir ölümcül duyguyla bakıyordu. Bu rüyalarımda gördüğüm anne ejderhaydı.
Berla ejderhaya atak yapmak için davrandı fakat prens Viridian'ın onu durdurmasını beklemiyordu. Bu sefer sesli bir şekilde tekrar sordum. "Bizden ne istiyorsun?"
Anne ejderha yeri sarsarak bir adım attığında diğerlerinin aksine ürküp geri çekilmedim. Öfkeli zümrüt gözlerine korkusuzca bakıyor ve bir cevap bekliyordum. Ve ondan daha iyisini aldım. Zihnime aniden saldıran görüntülere engel olamıyordum. Mutlu bir aile görüntüsü. Dudaklarının arasından alev çıkması yerine neşe dolu gülen anne ejderha. Kanatlarının arasında sakladığı parlak renkli bir yumurta. Ve az ötede baba ejderha ile oynayan yavru bir ejderha.
Görüntüler hızla bir girdaba girerek değişti. Artık kan, savaş ve yakıcı alevler vardı her yerde. Anne ejderha artık mutlulukla gülmüyordu acıyla haykırıyordu. Yavru ejderhanın yaralı bedeni ve baba ejderhanın ölü bedenlerinin yanında. Yumurta... o ise kaçırılmıştı. Anne ejderha yapayalnız ve çaresizdi. Tek istediği intikam almaktı.
Zihnimden içeri yoğun bir şekilde dolan tek şey görüntüler değildi, aynı zamanda duygular da bedenimin her karışını ele geçiriyordu. Sarsak bir titremeyle kendime geldim. Kaşlarım çatılmıştı, yanağımı ıslatan gözyaşlarımı durdurmak elimde değildi. Sana ne yaptılar öyle?
Yumurtamı benden çaldılar!
Büyük bir kükremeyle yer sarsıldı. Ejderha bir adım daha yaklaştı. Artık zümrüt gözleri dörtgen şeklindeki göz bebeklerini inceleyebilecek, sıcak nefesi tenimi dağlayabilecek kadar yakınımdaydı. Prens Viridian'ın tetikte olduğunu göz ucuyla görebiliyordum.
Sana tek bir şans veriyorum Kurtarıcı. Bana Kralın çaldığı yumurtamı getir böylece bu sarayı küle döndürmeyeyim!
Nefesini saçlarımı uçuracak bir kuvvetle burnundan verdikten sonra arkasına dönüp geldiği yere doğru öldürücü derecede kuvvetli kanatlarını açtı ve gökyüzüne doğru süzülerek uçup gitti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SUYUN VALSI
FantasyBir yoktan vâr olma hikayesi. "Eksik olmak diğer insanlardan farklı olmaktı bizim lügatımızda. Farklı bir soy, farklı bir ırk veya fiziksel bir yetisinden mahrum bırakılmış olmaktı. En kötüsüyse herkesle aynı düşünmüyor, herkes gibi rol yapmıyorsan...