35.Uyarı

42 2 0
                                    

Günün ilk ışıklarında sinemde hissettiğim sıcaklığı ve ona özgü kül ve sabun kokusu burnuma dolduğunda onunla ve sorumluluklarıyla ilgili kendi kendime verdiğim sözün ne kadar saçma olduğunu anlıyordum. Bunca zaman birbirimize bu kadar yakın olmamıza rağmen uzak kalabilmiş olmamız bir mucizeymiş meğer. Anlına düşen dalgalı saçları uzun kirpiklerine ne güzel gölge yapıyormuş, tüm sorumluluklarından bir gece için bile olsa sıyrılınca göz kapaklarının ardında derince ve güvenle uyurken yüz hatları ne kadar yumuşuyormuş. Ve uyurken göğsünün her inip kalktığında nefesinin saçlarıma çarpmasında huzur bulmak denen bir şey varmış. Meğer hayatımda eksikliğini hissettiğim oymuş, tüm kusurlarımı kapatacak kadar kusursuz bir lord. 

 Sevgi bir ihtiyaçtı, saygıysa daha büyük bir ihtiyaç. Bunca zaman hayatımda ve hatıralarımda bana Olcay kadar saygı duyan biri olmamıştı, ta ki Viridian ile tanışana kadar. Etrafımdaki sevdiğim insanların ortak özelliğiydi saygı duymak. Kim ve ne olursa olsun karşındaki kişiye duyulan o saygı. Aşk ise bir muamma, sonunun hangi uçuruma çıkacağını bilmediğin bir muammaydı. Bazen o uçurum bıçak kadar keskin kayalara bazense bir gül bahçesine çıkıyordu. Kestirmek imkansızdı, hayatınla oynadığın bir kumardı. 

Başımı cama çevirdiğimde komodinin üzerindeki saate gözüm gitti. "Lanet olsun!" 

Saat yediye geliyordu ve ben Viridian'ın odasındaydım. Hızla kalkıp giyinmeye başladım. Viridian da uyanmış, uyku sersemi gözlerle bana bakıyordu. "Neler oluyor sevgilim?" 

Bu yeni kelime dudaklarımda farkında olmadığım bir gülümse yayılmasına neden olmuştu. Yatağa yaklaşıp Viridian'a küçük bir öpücük verdim. "Odama gitmem lazım, saat geç olmuş. Beni burada görmeleri hoş olmaz." 

Kalkmaya çalıştığında onu durdurdum. "Senin kalkmana gerek yok gittim bile."

Kapıyı arkamdan örttüğümde koridor şansıma boştu. Hemen anahtarımı bulup yan odaya geçtim. Kapımı kapattığımda sırtımı tahta kapıya yaslamış sebepsiz bir gülümsemeyle derin nefesler alıyordum. Sanki yaşanan her şey bir rüya, bir hayal gibiydi. Ve ben bu rüyalara çok fazla alışmaya başlamıştım. Kalbimin kıyısında gezinen prens şimdi kalbimin orta noktasına tahtını kurmuş hem oranın hem de ülkenin kralı olmuştu. Ve benim bununla nasıl başa çıkabileceğime dair en ufak bir fikrim yoktu. 

***

Hayatımda ilk kez duyduğum aşk karşısında büyük bir mutluluk yaşarken kesinlikle sabahki karşılaşmayı beklemiyordum. Üçümüze de hem kahvaltı için hem de yol için yiyecek bir şeyler almaya, aşağıya indiğimde Dunya'nın bir anda karşıma çıkmasından çok her şeyi bildiğine yemin edebileceğim fakat ispatlayamayacağım bakışları içimde garip bir ürpermeye neden olmuştu. Konuşmasını ummamak gibi bir hataya düşmüştüm fakat elbette ki konuştu. 

"Ne güzel bir sabah, öyle değil mi?"

"Evet, hava da oldukça güzel görünüyor." Tedirginliğimi sezdirmemeye çalışıp normal konuşmayı deniyordum fakat bakışları bana zaten her şeyin farkında olduğunu söylüyordu. Ki sohbete girmek için ortaya attığı bir iki konuşmadan sonra konuya doğrudan girdi. 

"Viridian'ı çocukluğundan beri tanırım. Ve sana verdiği değeri anlamak için gözlerine bakmam bile fazlasıyla yetiyor Elafer. Ama dikkatli olmalısın."

Bu uyarı karşısında şaşırarak başımı kaldırdım. "Ona karşı dikkatli ol. Sessiz ve renksiz prens birine değer veriyorsa o kişinin dikkatli olması lazımdır. Çünkü o kişiyi bu soğuk kraldan uzaklaştırmak isteyen ve onda gördüğün cevheri tekrar kömüre çevirmek isteyenler olacaktır. Ve sen dikkatli olmayıp insanların sevmediği bu adama karşı yargılarını değiştirirsen üzülen bir tek sen olmazsın. Onun özünü hiçbir zaman unutma Elafer. Ona karşı içindeki sesi başka seslerle karıştırma."

Dilim tutulmuştu adeta. Kadın dudaklarını bile oynatmadan kulaklarımın duyduğuna emin olduğum birçok şey söylemişti ama bunu sanrıya yorabileceğim bir hareketsizlikte. Hipnoz olmuş gibi bu güzel ve bilgili olduğunu düşündüğüm kadim kadına bakarken tanıdık bir sesle kendime geldim. Bu Ardent'ti. Ona dönmemin ardından Dunya ortadan kaybolmuştu. Neyse ki genç adamın sıcak özlemi bana bunun üzerinde düşünme fırsatı bırakmadı. 

Ardent'in kollarının arasından ayrılırken endişelerimi dile getirmeye başlamıştım bile. "Gelmemeliydin. Bunun ne kadar tehlikeli olduğunu bildiğine eminim. Ama buna mecbur değilsin."

"Mecbur olmadığımı biliyorum. Ve ne söylersen söyle kararımdan vazgeçmeyeceğim. Senin arkadaşın benim arkadaşımdır ve onu kurtarmak için ne yapmam gerekiyorsa yapmaya hazırım. Hem ayrıca Olcayto'yla aynı ordudaydık, az çok tanırım onu." 

Pes etmiş bir gülümsemeyle nefes verdim. "Pekala, o zaman yanımıza bir kişilik fazla yiyecek almamız gerekecek." 

***

Atlara aldıklarımızı yerleştirirken Benton ile Ardent sohbet etmeye ve dostluklarının ilk adımını atmaya başlamışlardı bile. Viridian ile Dunya'nın samimi vedalaşması ise gözümden kaçmamıştı. Üzerinde kimin bakışı olursa olsun yakalayan Viridian'dan gözlerimi kaçırdım ve sanki yaptığım çok normalmiş gibi gökyüzüne bakmaya başladım. Bir süre sonunda yanımda bir gölge hissettim. "Her kimsen masmavi gökyüzümü kararttın." diye çıkıştım ve bir anda tepemde beliren yeşil gözlerle şaşaladım. 

"Sana yıldızlarla dolu bir gökyüzü veremem ama benim ormanımda kaybolmaya ne dersin?"

Şaşkınlığıma dilimin tutukluğu da eklendiğinde kalbimde binlerce şeker patladı. O ise daha çok gülümseyerek gökyüzüne baktı. "Utanman geçince söyle." 

"Gerçekten garip duruyormuş."

Bana döndü. "Gökyüzüne bakmak." diye açıkladım.

"Dunya benim sadece yakın bir dostum."

Tekrardan yüzümü gökyüzüne kaldırmamak için kendimi zor tuttum. "Ben bir şey demedim ki."

"Dedin. Bunu sadece dilin dile getirmedi." 

Benton yanımıza geldiğinde cevap verme mecburiyetinden kurtulduğum için ona minnettardım.

 "Biz yola çıkmak için hazırız Lord Viridian." 

"Bana lütfen sadece Viridian de Benton." 

Benton'un yontulmamış yüzünden bu isteğe şaşırdığı anlaşılıyordu. Karşı çıkacak gibi oldu. "Ama..."

Viridian sözünü kesip net isteğini belirtti. "Sen anlaşılan o ki Elafer'in yakın arkadaşısın. Ve bu macerada birlikte olacaksak bana rütbemle hitap etmeni istemiyorum." Az ötemizde ve konuştuklarımızı duyabilecek bir mesafede olan ateş çağırıcıya seslendi. "Sen de öyle Ardent. Buraya tacımın yükünü bırakarak geldim." İkisinden de anladıklarını belirten onayı aldıktan sonra bana döndü. "Hazır mısın, gidelim mi?"

Cesaretle gülümsedim. "Hazırım." 

Ve yolun sonunu bilmeden yola koyulduk. 

***

Yıldızımızı parlatmayı ve yorumları şenlendirmeyi unutmayın dostlar✨💞

SUYUN VALSIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin