Günler haftalara evrilmişti ve ben artık her başım ağrıdığında Viridian'ın yanına gidiyordum. Çekinmediğimden değil, bana sarıldığında hissettiğim o duyguyu yanındayken de hissedebilmek için. Bu sürede Pomme'ye gittikçe daha çok bağlanmıştım. Viridian her ne kadar tersini söylese de kendisinin de atıyla arasında bir bağ oluştuğunu görebiliyordum.
Balık ve deniz kokusu okyanusun görüntüsünden önce ulaştı. Ondan çok daha önce ise Suyun Sesi, büyüsü, damarlarımda dolaşan bir kafein gibi beni mest etmişti. Zihnim açıldı, duyularım keskinleşti. Bu büyüklükte bir su kütlesini kilometrelerce geriden hissetmemek tuhaf olurdu doğrusu. Limanın görüntüsü ise tüm bunlardan daha etkileyiciydi. Etrafta ekmeğini denizden çıkaran insanların yorgun bakışları, sabahın ilk ışıklarında denize açılan denizciler, balık ağlarına dolan balıkları çıkaranlar ve niceleri... Bunlar okyanusun insanlarıydı. Onun sonsuz maviliğini görmeden bir gün bile geçiremezlerdi. Kendimi hiç olmadığım kadar buraya ait hissetmiştim. Fakat limanın bir kısmında ruhani bir sessizlik ve tenhalık hakimdi. Sanki huzurlarını kaçıran, olmaması gereken bir şey vardı. Balıkçıların yüzleri her ne kadar mimiksiz olsa da içinde bulunmaları gereken huzurları kaçmış gibiydi.
"Buraya neden geldik?" Yanımda at süren Prens Viridian'a dönmeden ortaya konuşmuştum fakat o üzerine almayı seçti.
"Buradan okyanusun bir başka ucundaki limana gideceğiz."
"Olcay orada-"
Cümlemi bitiremeden limandaki insanların huzursuzluğunun ana merkezine girmiştik. Ve Viridian orada atından inip bizi, daha doğrusu onu, karşılayan sert bakışlı bir adamla konuşmaya başladı. Adamın gemisi olduğunu tahmin ettiğim ve ticaret gemisinden daha çok korsan gemisini hatırlatan gemiye çıraklar tahta sandıklar yüklüyordu. Gemiyi incelerken damarlarımdaki kan sanki bir nahoşlukla çekilir gibi oldu, zihnimin sert duvarlarına tanıdık bir aura çarptı. Gözlerimi bir süreliğine kapatıp açtığımda artık emindim.
"Burada bir ejderha mı var?"
Bu doğrudan sorulmuş bir sorudan ziyade kesin bir dille emin olunan bir gerçeği söylemek gibiydi. Yoğun bir muhabbete dalmış olan denizciyle, belki de bir korsan, Prens Viridian'ın anında bana dönmesini sağlamıştım. Veliaht prens bu beklendik bir durummuş gibi bana bakıyordu fakat yanındaki pala bıyıklı adam tek kaşını kaldırmış, hayretle beni süzüyordu. Anlaşılan pek de beklentilerini karşılayamamıştım. İstemsiz bir rahatsızlık duyup kollarımı ovuşturdum. Sonunda konuştuğunda gizemi çözmüştü.
"Sen şu meşhur Suyun Sesi olmalısın."
Bu duruma imtinayla yaklaşması beklenirdi fakat oldukça rahatlamış görünüyordu. Prens Viridian'a döndü, bakışları benimle onun arasında gidip geliyordu. "Sizden para almayacağım," Parmağıyla atın üzerinde pelerinime gizlenmiş beni gösterdi. "Ama o da gemiye binecekse."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SUYUN VALSI
FantasyBir yoktan vâr olma hikayesi. "Eksik olmak diğer insanlardan farklı olmaktı bizim lügatımızda. Farklı bir soy, farklı bir ırk veya fiziksel bir yetisinden mahrum bırakılmış olmaktı. En kötüsüyse herkesle aynı düşünmüyor, herkes gibi rol yapmıyorsan...