Metanet denen şey bir kelepçe misali içimizde sıktığımız duyguları dışarı yansıtmama gayretimizle erdemli davranışlarımızdı. Ve bu erdemi bir zamanlar benim yaşadığım gibi, Viridian'da da görüyordum. Sevdiklerini kaybetmiş olabilme olasılığı bir mengene gibi boğazından tutup sıkıyor, onu boğuyordu. Ama metanetli olup insanlar üzerindeki sorumluluğunu hatırlama gerekliliği daha ağır basıyordu. Ne de olsa o bir komutan ve bir veliaht prensti. Kendisi ne kadar güçlü durursa diğerleri de peşinden gelirdi.
Ricasız bir gayretle ona elimden geldiğince destek olmaya çalışıyordum. Zira sarayın hali içler acısıydı. Anne ejderha dediğini yapmış, sarayı yerle bir etmiş olmalıydı. Bu öyle bir karmaşaydı ki saraya altı atlı dörtnala girmemize, prenslerinin aramızda olmasına rağmen kimse bize dikkat etmemişti.
Viridian yanımızdan geçip gitmekte olan yaralı bir erkek guf askeri at üstünden atlayıp kolundan tuttu. Asker kendisini görünce farkındalıklı bir şaşkınlık yaşadı. Askeri pozisyona geçiyordu ki Viridian buna engel oldu. "Rahat ol asker. Şimdi bana neler olduğunu tek tek anlat."
"K-komutanım." Askerin sesi oldukça titrek ve korkmuş çıkıyordu, neyse ki konuştukça sesindeki titreme de azaldı. "Her şey bir anda oldu. Büyük bir ejderha gelip tüm sarayı alevlere boğdu. Karşı çıkmaya çalıştık, engel olmaya. Fakat mümkünü yoktu. Nereye kaçacağımızı bilemedik. Ejderha daha önce sarayda hiç görmediğim birini alıp gitti."
Atımı askere doğru sürdüm ve ben de Viridian gibi eyerden atladım. "Kimi alıp gitti?"
Gereğinden fazla heyecanlı çıkan sesim askeri korkutmuştu. Bir adım geriledi. "B-bilmiyorum kim olduğunu."
"Tarif edebilir misin?" Viridian askerin üzerine duyduğum endişeyle farkında olmadan gittiğim için kolunu aramıza soktu ve beni belimden iteleyerek geri çekti.
Askeri tam manasıyla korkuttuğum için bülbül gibi takılmadan şakımaya başladı bildiklerini. "Sarışına kaçan kumral, dalgalı saçları vardı. Bakımsızdı, yüzü tıraşsız saçları uzundu. Sol gözünü çevreleyen bir morluk vardı. Gözleri de maviydi. Bir de..."
"Bir de ne?!" Viridian an sonunda önüme geçmiş beni tutuyordu. Zihnimde canlanan görüntünün sahibi beni her saniyede o olmaması için yalvardığım kişiye götürüyordu.
"Bir de sırtındaki gömleğin arka kısmı yırtılmıştı ve yara izleri vardı." Ellerini öne uzatıp benden uzaklaştı. "Yemin ederim tüm bildiklerim bunlar komutanım!"
Viridian beni tutmaya devam ederek askere döndü. "Gidebilirsin Crus. Yaranı bir şifacıya göstermeyi ihmal etme."
Crus ellerini iki yanına bastırıp başıyla selam verdi ve hızla uzaklaştı. Muhtemelen kulağına isabet eden bir parça kulak memesini delmişti ve kanıyordu.
Viridian'ın elinden kurtulup ellerimi delirmemeye çalışarak anlıma koymuştum. "Ben daha ne kadar bu acıyla imtihan olacağım?" Diye kendi kendime fısıldadım. Ejderhaları komuta etmenin verdiği ketumluk bu noktada son bulmuş, kontrol endişelerim ve elimde olmayan şeyler için duyduğum öfkeye geçmişti. Etrafımda bana söylenen sözleri, telkin edici dokunuşları duymuyor bilhassa bunlardan kaçınıyordum.
Veliaht prens en sonunda anlıma dayadığım ellerimi sertçe tutup çekti. Ellerimi ondan kurtarmaya çalıştım fakat mümkünatı yoktu. "Bırak!"
"Bırakmıyorum! Kendine gel."
Yeşil bir uhveyi anımsatan gözlerine baktım. Bu gözlere bakmayalı, bu dokunuşa aşina olmayalı sanki çok çok uzun zaman geçmiş gibi geliyordu. Oysa birkaç günden, belki de sadece bir haftadan ibaretti bakışlarımızın ve tenimizin ayrılığı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SUYUN VALSI
FantasyBir yoktan vâr olma hikayesi. "Eksik olmak diğer insanlardan farklı olmaktı bizim lügatımızda. Farklı bir soy, farklı bir ırk veya fiziksel bir yetisinden mahrum bırakılmış olmaktı. En kötüsüyse herkesle aynı düşünmüyor, herkes gibi rol yapmıyorsan...