Ruhumuzu ve bedenimizi dinlendirmeye bile fırsat bulamamışken tekrar yollara düşmek ne kadar akıl kârıydı bilmiyorum fakat mecburiyetin gerekliliklerini yapmak zorundaydık, zorundaydım. Daha sonrasında zihnimizi ve bedenimizi dinlendirmek ve tüm olanları sakin kafayla düşünmek için bol bol vaktimiz olacaktı. At sırtında geçmekte olan yolculuğumuz bir öncekinden daha tedirgin edici bir hissiyata sahipti. Çünkü bu sefer gittiğimiz yol bir uçuruma çıkıyordu, belki de ejderhalarla dolu bir uçuruma. Ama bunu düşünmek için önümüzde iki uzun gün ve bir gece vardı.
İlerledikçe seyrek de olsa gördüğümüz yerleşim yerleri gittikçe azalmaya başladı ve en sonunda yol sürülmemiş taşlı bir yola dönüşünce de görünmez oldular. Geceyi açıklık bir alanda geçirmek zorunda kalmıştık. Her an diken üstündeydik, gece boyunca sırayla nöbet tuttuk. Viridian'a onun yerine nöbet tutmayı teklif ettiler fakat bunu kabul etmedi ve bir daha böyle bir şey teklif etmemeleri için onları uyardı.
İlk nöbet Ardent'ındı. Geri kalan herkes bir ağacın gövdesine yaslanarak rahatsız da olsa uyumaya ve dinlenmeye çalıştı. Gözlerimi kapattığımda ne kadar yorulduğumun farkına vardım. At sırtında uzun süre yol almak yorucuydu evet ama zihnimin her karışını ele geçiren Olcay için duyduğum endişeden daha fazla değil.
Daldığım rahatsız uykudan doğan güneşin ilk ışıklarıyla sıçrayarak uyandım. Etrafıma endişeyle baktım, son nöbet benimdi ve şu an uyuyor olmamalıydım. Nöbet tutarken uyuyakalmış olmak canımı sıktı. Diğerlerine durumu açıklamak için etrafıma bakındığımda benim dışımda tek uyanık olan ve bir kütüğün üzerinde oturup nöbet tutan Viridian'ı görünce taşlar yerine oturdu. Aynı anda hem rahatlamış hem de rahatsız hissettim. Nöbette uyuyakalıp diğerlerini tehlikeye atmamıştım ama Viridian beni uyandırmayıp benim yerime nöbet tutarak uykusuz kalmıştı. Beni düşündüğünü biliyordum ama yine de benim için fazladan yorulmayı göze alması, almasını istemediğim bir riskti.
İç çekerek kalktım ve yanına gittim. Elimi omzuna koyarak yanına oturdum. Bana olan bakışlarında söylemek istediklerimi ve endişelerimi anlayan, merak etmemem gerektiğini söyleyen bir ifade vardı. Bu yüzden tüm itiraz ve cümlelerimi yuttum. Tek diyebildiğim dudaklarımı oynatarak "Teşekkür ederim." oldu.
İkimizde yüzümüzü doğmakta olan güneşin uzak ufkuna döndük. İçimizi ısıtan turuncu ışıklar karanlığı yumuşatıyordu. Güneşin doğuşunu birlikte izlemek içimde sönmekte olan umudun cılız ruhunun tekrar yeşermesini neden oldu. "Sence başarabilecek miyiz?"
"Senin başaracağına eminim."
Hâlâ ufukta doğmakta olan güneşi izleyen Viridian'a dönüp onu inceledim. "Benim mi?"
"Evet, seninle geldim ama bana ihtiyacın olduğu için değil. Benim sana ihtiyacım olduğu için."
Bakışları bana döndü. Bu itiraf karşısında ne diyeceğimi şaşırmış, nutkum tutulmuştu. Kesinlikle böyle bir şey beklemiyordum.
"Ve belki de içindeki gücün farkına varmanı sağlamak için. Herkes sana ne kadar nadide bir gücün bahşedildiğinden bahsediyor ama kimse senin ne kadar nadide olduğundan veya bu gücün seni seçmesinden bahsetmiyor. Bir gün bu gücün sana ait olduğunu anlamanı istiyorum."
Araya bir müddet yoğun bir sessizlik girdi. Kelimelerin susup bakışların konuştuğu bir sessizlik.
"Su ve rüzgar. Beraber daha güçlü kralım."
***
Atlarımıza atlayıp yola devam ettik. Bir sonraki istikamet orduydu. Çünkü Geçilmez Orman'ın etrafını çevreleyen ordu ormana girmemiz için tek şansımız olabilirdi. Orduya yaklaştığımız her dakika içimde kabararak yükselen endişe, burada yaşadığım yılların bahtsız izlerini taşıyordu. Ordunun bana kazandırdığı tek şey Olcay'la birlikte olmamız ve sığınacak bir yer bulmuş olmaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SUYUN VALSI
FantasiBir yoktan vâr olma hikayesi. "Eksik olmak diğer insanlardan farklı olmaktı bizim lügatımızda. Farklı bir soy, farklı bir ırk veya fiziksel bir yetisinden mahrum bırakılmış olmaktı. En kötüsüyse herkesle aynı düşünmüyor, herkes gibi rol yapmıyorsan...