Bir yoktan vâr olma hikayesi.
"Eksik olmak diğer insanlardan farklı olmaktı bizim lügatımızda. Farklı bir soy, farklı bir ırk veya fiziksel bir yetisinden mahrum bırakılmış olmaktı. En kötüsüyse herkesle aynı düşünmüyor, herkes gibi rol yapmıyorsan...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Prens Viridian'a ordudayken rüyalarıma giren ejderhayı, gördüğüm kabusları, rüyaları ve anne ejderhanın saraya saldırdığı gün gördüğüm görüyü anlattım. Ne kadar sürerse sürsün, Veliaht Prensin nerede olduğunu kim merak ederse etsin, o beni sakince dinledi. İyi bir dinleyici hatta iyi bir dost olabileceğini daha önce hiç fark etmemiştim. Gün kurşuni bir renge evrilene ve söyleyecek bir şeyim kalmayana kadar arada küçük sorular sormak dışında hiç konuşmamıştı. Ormandan bir parça, en güzel parçayı, çalmış olan gözleri birer hayalet gibi üzerimden ayrılmamıştı. Bu sabah yaşanan gerilimi, ufak çaplı tartışmamızın kalıntıları ben konuştukça, o dinledikçe rüzgarda dağılmış ve bulanıklığın yerine berrak bir alan açılmıştı.
Daha önce biriyle saatlerce konuşmanın kıymetini bilemediğim ve buna ne kadar özlem duyduğumu ayrımsadım. Olcay'la saatlerce, geceler gündüzlere, gündüzler gecelere evrilene kadar konuşur ve bazen de konuşmadan sadece bakışlarımızla, kelimelerle ifade etmenin mümkün olmadığı yalnızlığımızı paylaşırdık. Bunu hatırlamak beni bir nebze duygulandırmıştı ve bu da gözlerimi doldurmuştu. Bunu hissettiğim an başımı öne eğdim ve saçlarımın yüzümü kapatmasına izin verdim. Fakat ne kadar hızlı hareket edersem edeyim prensin keskin duyularından kaçamayacağımı bilmem gerekirdi.
"Ne oldu?"
Saklanmaktan vazgeçip yüzümü kaldırdım. Neyse ki biraz daha toparlayabilmiştim kendimi. "Sadece Olcay'la geçirdiğimiz vakitler aklıma geldi. Onunla da saatler ve günler boyu sohbet ederdik."
Gülümsedi. Bu seferki alaycı olmayan türünün ilk örneğiydi. "Bu kadar çok konuştuğunu bilmiyordum."
"Bunun için sağlam bir dinleyiciye ihtiyacım var," Kağıtlara son kez göz atıp kenara koydum. "Sence buraya girdiğimizi gören olmuş mudur? Dedikoduları biliyorsun." Aklıma saatlerdir burada olduğumuzun korkulu çırası düştü. Eğer bunu bilen birileri olursa hakkımda atılacak iftiralar göz kamaştırıcı olurdu. Ama sonra arkamdan konuşmaları için bir prense ihtiyacım olmadığını fark ettim, kulaklarımın sivriliği tek başına bu görevi yerine getiriyordu zaten.
"Burası sarayın ana bölgesi, yani Kraliyet ailesinin odalarının bulunduğu kısım. Herkesin izni yok bu kısma girmeye."
Şansımı tekrar denemeye karar verdim. "Kral benden tam olarak ne istiyor?"
"Benden ne saklıyorsun?"
Soruma soruyla karşılık vermesi kadar tek taraflı olan benim onun sorusuna cevap verme mecburiyetim sinir bozucuydu. Prens tebaa ilişkisi...
"Bir şey saklamıyorum." Sesimi olabildiğince normal tutmuştum ama bu pek olabildiğince olmamıştı.
"Yalan söylüyorsun. Bana kızdın." Bundan pek etkilenmiş gibi görünmüyordu. Ayağa kalkıp üzerinde olmayan tozları silkeledi. "Sabaha hazır ol, yola çıkıyoruz."