28.Kontrol

57 6 17
                                    

Adımlarımızın tok sesi ruhların kıyımına yaklaştıkça sesleri bastırmakta güçlük çeker olmuştu

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Adımlarımızın tok sesi ruhların kıyımına yaklaştıkça sesleri bastırmakta güçlük çeker olmuştu. Ne yapmam veya ne söylemem gerektiğini, neye mecbur olduğumu ve bu adaletsizliğin mülksüz topraklarına nasıl baş kaldırmam gerektiğine dair en ufak bir fikrim yoktu. Ardent tüm yolculuk boyunca olduğu gibi yanımdaydı, tabi Berla müsaade ettiği müddetçe. 

Bağlarımız vardı, bizi esir eden görünmez bağlar. Statü denen münakaşadan uzak, en adi canavarın elinde olan sevgiye değil güce itaat eden bağlar. Buna elzem ihtiyaç gözüyle bakılıyordu, birileri birilerini her zaman kontrol etmeliydi. Güçlüler kendi hür iradelerini tanımadıkları güçsüzleri fiziken veya ruhen yok ettiler. Ve buna da 'itaat' dediler. Bir canavara bir meleğin ismini bahşettiler. Meleğe ne kadar haksızlık yaptıklarını fark etmeksizin. İtaat denilen güler yüzlü canavar sizi asilce boğdu ve mecburiyet prangalarınızı bileğinize geçirdi. Onları öyle çok taktınız ki bileğinizin üzerindeki ağırlığı bir an için bile hissedemeyecek gibi olsanız yokluğunun ateşiyle kavruldunuz. Bu ateş size yıkım gibi geldi ve onu bir daha hissetmemek için prangalara olan nefretiniz sevgi ve saygıya evrildi. Ama o yakıp kavuran ateş özgürlük ateşiydi. Bunu ancak yeteri kadar cesareti olanların öğrenebileceği bir kudreti damarlarında taşıyordu. 

Gemiden indikten sonra sıradan bir limandan ayrılan tek farkının etraftaki kesif koku olan, bu çorak ada limanı insanları gibi tekinsizdi. Prens Viridian sanki öncelerden anlaşmış olduğu gibi adadaki bir denizciyle ilerleyip bize adanın derinliklerine doğru önderlik etmişti. 

Yanmış, kurak topraklardan geçtikten sonra ve adanın iç kesimine ulaştığımızda gördüğüm manzara kelimeleri kifayetsiz kılıyordu. Yan yana dizilmiş onlarca, dev gibi kafesler ve içlerinde ağızlıkları takılı bin bir çeşit ejderha. Aralarında henüz tam bir olgunluğa ulaşmış olanı yoktu fakat hepsi yeteri kadar büyüktü. Kafeslerinden taşan hırpani kanatları kendi büyüklüklerine esir olmuştu, bakışlarındaki delilik ve zihinlerindeki karmaşa içler acısıydı.

Gemide yaşananlardan sonra konuşmadığımız halde zihnimde oluşan karmaşa ve duygularımdan taşan bir hışımla Viridian'a döndüm. "Beni neden buraya getirdin?"

Elleri ceplerinde sakin bakışlarla kafeslere hapsolmuş ejderhaları incelerken bana bakma zahmetine bile girmemişti. Öfkeme karşılık bakışlarıyla aynı sakinlikteki sesi ise sinir bozucuydu.

 "Onları eğiteceksin."

"Öyle bir şey yapmayacağım." Kollarımı  göğsümde kavuşturmuştum. 

Yavaşça bana döndüğünde bakışları tanıdığım Viridian'a değil bir veliaht prense aitti. Sanki iki kişiliği vardı ve istediği zaman kolaylıkla diğerine bürünebiliyordu.

 "Ben diyorsam yapacaksın."

Yanında bize eşlik eden adam bana sanki aklımı kaçırmışım gibi bakıyordu. Fakat umurumda değildi. Bana lazım olan veliaht prens değil, Viridian'dı. Gerçek Viridian. Duyguları olan ve bunları göstermekten itina etmeyen samimi, anlayışlı prens.

SUYUN VALSIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin