"Zamanın devri alemi bir girdap gibi kumlarını etrafa saçar ve yok olan tarihten geriye efsanelerde yaşayan bin asırlık canavarlar kalır. Onlara yer ile göğün hükmedicisi ve insanlığı intişar edecek bir maiyete sahip, bir avuç güçlü varlıktır. Fakat çoğalmaları olasıdır.""Klanlar kitabı." Başımı tüm dikkatimle yoğunlaştığım kitaptan kaldırınca Ardent'in yüzüne düşecek kadar uzattığı kahve saçlarıyla karşılaştım. Nedense yüzüme bakmak yerine sanki orada bir şey varmış gibi yere bakıyordu. Yoğun çalışmalardan dolayı ve belki biraz da aralarında pek hoş karşılanmadığımı hissettiğim guflarla birlikte yapılan kahvaltılara katılmıyordum. Bu Ardent'i son konuşmamızdan beri ilk görüşümdü. "Burada olduğunu duydum."
Gülümsedim. O bir adım atmaya karar verdiyse, pekala bunu ben de yapabilirdim. "Yeni tarzın sana çok yakışmış, en azından ezelden beri savaşta gibi duran saçların düzene girmiş."
O zamanlar bunun ne kadar da gerçeğe yakın bir cümle olduğunun farkında değildim, hayat hiç beklemediğin anda karşına umulmadık fırsatlar ve zulümler çıkarıyordu.
Neşeli bir şekilde güldü. Onu bu kadar sevindirebileceğimi düşünmemiştim. Artık yüzüme, hatta gözlerime bakabiliyordu. "Seni bu kadar yalnız bıraktığımı fark edememiştim. Kusura bakma."
"Asıl sen kusura bakma, sana en azından bir açıklama borçluydum."
"Sorun yok, yeryüzünde açıklanamayacak binlerce gizem var ve sen de onlardan birisin sonuçta. Seninle arkadaş olmayı kabul ettiğim an bunu bilmeliydim."
"Bu konuyu aştığımıza çok sevindim," Gülümsemem içtendi ve uzun zamandır mutlu olmadığım kadar mutluydum. Yalnızlığın ve dışlanmanın beni dünyadan bu kadar uzaklaştırdığını fark etmemiştim. "Hadi gel, sana kütüphanenin derinliklerinde keşfettiğim kitapları göstereyim."
Ardent'in saçlarıyla neredeyse aynı tonda olan gözlerinin ardında söylemeye çekindiği hırpani bir şeyler olduğunu görmüştüm. Fakat o, birkaç saniyelik kendimden şüphe duymama sebep olan bu düşünceyi saklayarak daha önce fark etmediğim, elindeki karton bardağı uzattı. Uzun zamandır yokluğunu çektiğim bu cazip koku tüm duyularımı açmış, beni hiç olmadığım kadar kendime getirmişti. Heyecanla elindeki kahveyi aldım. Ocaktan yeni çıkmış gibi üzerinde dumanı tüten kahveyi az önce elementiyle kendisi ısıttığı belliydi. "Bunu nereden buldun?"
"Batıdan ziyaretime gelen kuzenim getirdi. Pek sizin Güney kahvelerinize benzemez ama seveceğini düşündüm."
"Elbette severim, tam da ihtiyacım olan şeydi. Çok teşekkürler."
Rafların arasında, iki kişilik masanın etrafındaki sandalyelere oturduk. Yüksekliği metrelerce olan raflar etrafa kağıt kokusunu bir nimetmiş gibi sunuyor, armağan ediyordu. Bu uzun zamandır sahip olabileceğimi düşünmediğim gerçekleşmiş bir düş gibiydi. Kahvenin leziz tadı ve cezbedici sıcaklığı damağımdan aktı, Güneydeki kahvelerden daha yoğun bir tadı vardı. Dikkatim Ardent'e çevrildi. Bir karın ağrısı olduğu belliydi ama söylemek yerine olduğu yerde kıvranmayı tercih ediyordu. Bunu ona açıkça sormaya karar verdim. "Neler oluyor Ardent? Söylemek isteyip de söyleyemediğin bir şey mi var?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SUYUN VALSI
FantasiBir yoktan vâr olma hikayesi. "Eksik olmak diğer insanlardan farklı olmaktı bizim lügatımızda. Farklı bir soy, farklı bir ırk veya fiziksel bir yetisinden mahrum bırakılmış olmaktı. En kötüsüyse herkesle aynı düşünmüyor, herkes gibi rol yapmıyorsan...