Pelin ve Ayça adliyeye gidecekleri için hazırlanmaya gitmişlerdi ki Poyrazın telefonu çaldı. Babamla olan muhabbetlerine kısa bir ara verince masanın üzerinde yüzüstü duran telefonunu aldı ve arayan kişiye göz attı. Benim de bakışlarım arayan kişiye kaymıştı.
Albay Öztürk arıyor...
Poyraz ile bakışlarımız kesişince izin isteyerek masadan kalktı. Tahmin ettiğim şey olmaması için dua ediyordum. Çünkü ne gözlerine hasret kalmak, ne de ailemden uzak kalmak istemiyordum. Sadece üç gün daha burada kalacaklardı ve ben onları gidenlerden bile uğurlayamayacaktım. Birkaç dakika sonunda Poyraz sıkıntılı bir ifadeyle mutfağa girdi ve yerine oturdu. Tam ne olduğunu soracaktım ki Turan amcanın-ona evde komutanım dememi istememişti-sesini duydum.
"Önemli oğlum, biliyorum. Albaydan haberleri aldım." Bilinmezlik ile kaşlarım çatılmıştı. Önemli olan neydi? Görev mi, çağrı mı, yoksa bir olay mı? İşte bunu askeriyeye gidince öğrenecektik. Poyraz benden önce lafa girip, "Biz kalkalım o zaman baba," dedi. Turan amca ve babam başını sallayınca arabaya binene kadar içimdeki merakı dışa vurmamayı becerebilmiştim. Poyrazin siyah arabasına bindiğimiz anda sordum.
"N'oluyor kardeşim?" Arabayı çalıştırdı.
"Ben de tam bilmiyorum ki kardeşim, Albay gelin dedi ama askeriyeye değil," dedi. O zaman tek bir ihtimal kalıyordu.
Gizli görev.
::::::::::::::::::::::
Ankaranın çıkışına yaklaşıyorduk. Albay bizi askeriye haricinde bir yere sadece gizli bir görev söz konusu olduğunda çağırırdı ve bu hiç de hayra alamet değildi. Büyük ihtimalle Ahmar şerefsizi ile ilgiliydi fakat kesin bir bilgimiz olmadığı için tahmin yürütmek de zordu. Ucu açık bir doğruydu tahminlerimiz. Sonsuza uzanıyordu.
Eski, harabe evin önünde durduğumuzda buranın yanıltıcı olmasi heo hoşuma giderdi. Dışı yıkık bir harabeye benziyordu ama alt kata inen bir asansör tüm onyargıları siliyordu. Arabadan inip görev merkezine inen asansöre binmek için hareketlendiğimiz sırada Poyrazın telefonu çaldı. Meleğim yazıyordu. Gulümsedim ve omzuna iki kere vurup ona biraz zaman tanıdım. İçeriye beraber girmemiz için biraz zamana geçmesi adına ben de telefonumda gezinmeye başladım. Galeriye girdiğimde gördüğüm fotoğraf yabancıydı. Ben çekmemiştim. Pelin ve Ayça Kahverengi bir at ile fotoğraf çekinmişlerdi. Pelin yine o ay kadar güzel olan gülümsemesiyle gülümserken Ayça yine şebeklik yapmış, ata yüzünü burusturarak bakmıştı. Küçük bir gülüş çıktı dudaklarımdan. Başımı olumsuzca salladım ve telefonumu kapatıp cebime attım. Görev öncesi aklım başka yerde- kimi kandırıyorum ki, görev öncesi aklım gülüşünde kalırsa odaklanamazdım. O sırada Poyraz yüzünde saklamaya çalıştığı gülümsemesiyle yanıma geldi.
"Gidelim kardeşim. Gidelim. Yoksa ben kafayı sıyıracağım. Deli ediyor bu kadın beni," dedi. Güldüm.
"Ne oldu yine? Ne yaptı baldızım? Daha doğrusu sen ne yaptın da kızdırdın onu?" Şaşkınlıkla bakışlarını bana çevirdi.
"Sen de mi hanımcısın oğlum? Ne yapmış olabilirim? Ayrıca nerden baldızın oluyormuş, daha evlenme teklifimi etmedim ben," dedi. Sonra elini alnına vurdu ama çok geçti.
"Vay vay, Poyraz binbaşı ve evlenme teklifi etmek ha? Bir kadının seni dize getireceğini söyleseler, gerçekten inanmazdım ama gerçekten de dize geleceksin kardeşim," dedim. Yüzünde tam anlamıyla aşık bir gülümseme belirdi ve konuştu.
"Çok aşığım ulan," dedi. "Böyle sanki sonsuz bir hayatım olsa hepsini onun gülüşünü izleyerek gecirebilirmişim gibi geliyor biliyor musun? Sanki tek bir anım onunla geçmese hepsi boş, çöp. Gözlerinde huzur buluyorum. Sarılınca, dokununca sanki kalpten gidecekmişim gibi hissediyorum." Bir an kaşlarım çatılmıştı. Bunları ben de hissediyordum ama sanırım kendime itiraf edemiyordum. Ne demişti Poyraz az önce.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AYRI DÜNYALAR
Roman pour AdolescentsO bir SAVCI. Alanında ün salmış ve herkesin dilinde övgüyle bahsedilen bir kadın olmuş. Geçmişine rağmen... ***** O bir YÜZBAŞI. Timinin komutanı ve komutanlarının gözdesi bir adam olmuş. Herşeye, herkese rağmen...