"Şimdi bu dikişleri sen mi attın?" Kaşlarını kaldırmış,dikişleri benim attığıma inanmayan Berat'a 'inanmazsan inanma' bakışlarımdan yollayıp önümdeki vida takımını yerleştirmeye devam ettim.
"O attı. Kendi kendime dikiş atacak değilim ya." Bilge
de benim gibi bıkmıştı. Tam beş dakikadır Berat'ı o dikişleri benim attığıma inandırmaya çalışıyorduk."Bak tam 5 yıl eczacılık okudum ama bu kadar iyi dikiş atamam. " Uzun dikişin üzerinde parmağını gezdirip "Bari bir dahaki sefere bana da öğret." diye ekledi.
"Tamam,tamam öğretirim." diyip göz kırptım. Sanki aşırı zor bir şey gibi tepki vermişti.
Vida kutusunu yere yakın rafa yerleştirip ayağa kalktım. Karnıma saplanan acıyla tekrar oturmak zorunda kalmıştım.
Bu ağrılar geçecek miydi?
"Sen ağrı kremi kullanıyor musun?"
"Yok, gerek de yok zaten. Kendiliğinden geçmesi daha iyi." deyip bu sefer yavaşça ayağa kalktım.
Akşam ezanı okunuyordu, hava kızıllığını kaybedip yavaş yavaş siyaha dönmüştü.
"Berat..." gri eşofmanımda yere oturduğum için oluşan hayali tozları silkeledim. Sarı ampulün altında dikişleri incelemeye devam ediyordu. "Efendim?"
"Çok açık bıraktın. Batikonla dezenfekte et tekrar kapatmadan önce. Hadi ben kaçtım. İyi geceler . " Ah şu insaflı yanım...Ah şu içimdeki insan sevgisi...
Uyarmasam unutup öylece kapatabilirdi. Mikrop kaparsa yara daha kötü hale gelirdi.
O ikisini karşılıklı oturur şekilde bırakıp adımlarımı yukarı mahalleye yönlendirdim. Biraz yürümek istiyordum.
Hava çok güzeldi. Her an yağmur yağabilecek bir potansiyele sahip olsa da güzeldi işte. Ki burada her iki günden birinde yağmur yağıyordu.
Her yer ağaçlarla örülmüştü.
Dalları yere kadar uzanan söğüt ağaçlarının altından yürüdüm.Sokağın birinde dokuz on yaşlarındaki erkek çocukları maç yapıyorlardı. Kararan havada topu görememelerine rağmen inatla oynuyorlardı.
Top ayağımın önünde durunca en küçük görüneni "Ağabey topu atar mısın?" diye kibarca sordu.Topu yavaşça ayağına gönderdiğimde gülümseyip oyuna döndü.
Umarım benimde böyle bir çocuğum olurdu. Çocukları o kadar çok seviyordum ki...Ailemi kaybetmiştim ama yeni bir aile umudum yerli yerinde duruyordu.
Düşüncelere dalıp evimi geçtiğimi fark edince geri döndüm.
Bahçe kapısından içeri girmeden önce kaldırımda oturmuş beni izleyen çocukla kaşlarım havalandı. Sarı sokak lambasının ışığının aydınlattığı yerde gözlerinin yeşili parlıyordu. Tuhaf bir renk almıştı.
Arkamı dönüp kapıyı açtım ve içeri geçtim. Bu çocuğu dert etmeyecektim. Ne yaparsan yapayım benimle uğraşmayı bırakmayacaktı anlaşılan.
Işıkları yakıp odaya girdim ve yeni aldığım beyaz güneşlikleri çektim. Sadece mutfağın balkon kapısı açıkta kalıyordu, önemli değildi.
Banu teyzenin dün verdiği ama sermeye üşendiğim kilimler hâlâ salonun ortasında duruyordu.
Gelip evimde eksik gedik,karşılayabilecekleri ne varsa hepsini tespit etmiş sonra da üşenmeden tek tek iki ev arasında taşıtmıştı.Odalar için iki kilim, havlular , kıyafetlerimi elimde yıkamam için deterjanlar ve temizlik malzemeleri... hatta kıyafetlerimin ortada durmaması için küçük askılıklı bir dolap bile vermişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YANGIN
Short Story-Kolyeni bende unutmuşsun , akşam gel al. ×Yangında düşürdüm sanmıştım. -Yangın sayılır... (Ağır Roman filminden replik alıntısıdır .) (Kitabın asıl adı 'Memleketsiz'di çünkü Gazapizm-Memleketsiz dinlerken gelmişti aklıma ama sonra değiştirdim.Yine...