17: "Bad News Bad Times"

754 88 25
                                    

"Bad News Bad Times"









Gözümden akan son yaşı da sildikten sonra duvardan destek alarak titreyen dizlerimin üzerine ayağa kalktığımda terk edilişimin üzerinden henüz dört saat geçmişti. Bir yandan bunun onun için ağladığım son sefer olacağına dair kendime sözler verirken, bir yandan da hıçkırarak ağlama isteğimi bastırmaya çalışıyordum. Hayatımda ilk kez birini sevmiştim ve o da onu sevdiğimi söylediğim gün beni bırakmıştı. Gideceğini uzun bir zamandır biliyorsa neden bana umut vermişti? Her şeyi göz önünde bulundurarak, ne kadar kötü duruma düşeceğimi hesaba katarak göz göre göre neden ona bu denli bağlanmama izin vermişti? En kötüsü de bütün bunlar için ona kızamıyordum bile.

Ağlamaktan ağrımış başımı tutarak salona girdiğimde gözüme ilk çarpan şey bitmiş kahve kupası ve reçelli bıçağıydı. Tabağında ise son bir pankek duruyordu. Bu manzara her ne kadar dram filmlerinden fırlamış bir sahne gibi görünse de gerçekti ve sevdiğini kaybeden zavallı başrol de bendim. Çok kolay bir şeymişçesine hayatıma kaldığım yerden devam etmemi istemişti ama ben onunla geçirdiğim bir aydan sonra eski hayatımın neye benzediğini bile unutmuştum. Sanırım çok fazla karanlık, çaresizlik ve umutsuzluk içeriyordu. Anısının kaybolmamasını istediğim için kupasını ve tabağını öylece olduğu yerde bırakırken içimden güçlü olmam gerektiğini tekrar ediyordum. Bu sadece geçmem gereken bir aşamaydi, elbette hasar alacaktım ama bunu en az zararla atlatabilirdim, belki, umarım...

Israrla çalan zil sesi beni tekrar gerçek dünyaya döndürürken, gelenin kim olabileceği hakkında hiçbir fikrim olmadığı için pes edene kadar çalmasına izin verecekken gürültüye hassaslaşmış başımdan dolayı sürüklene sürüklene kapıya ilerledim.

"Bay Mossy?"

Aylar, hatta yıllardır görmediğim ev sahibimi karşımda takım elbiseli bir halde görmekten nutkum tutulurken adamın ciddi suratından iyi haber getirmediği belli oluyordu. Kendisi civardaki çoğu apartmanın sahibiydi ve acımasızlığıyla bilinen kötü bir ünü vardı.

"William Kim'di değil mi?"

Bulutlu havaya rağmen taktığı siyah güneş gözlüklerini çıkartıp yakasına taktı. Tam tahmin ettiğim gibi suratında mimik oynamıyordu. Jungkook'un da tanınmamak için sürekli güneş gözlüğü taktığı aklıma gelince dudaklarımı düz bir çizgi halinde tutmaya çalıştım.

"Aslında Taehyung Kim yeterli olur. William adını pek kullanmıyorum."

Çokta umrunda olmadığını belli edercesine başını salladıktan sonra ayakkabısının topuğunu sabırsızca yere vurdu. İnsanların bu adamı sevmemekte oldukça haklı olduğunu saniyeler geçtikçe daha iyi anlıyordum.

"Affedersiniz, içeri gelin lütfen."

Beklediği daveti almasıyla uzun boyuyla ruh emici gibi içeri süzülürken istemsizce titrememe engel olamadım. Bugün dayanma noktam bir hayli sınanmıştı ve görünüşe göre de sınanmaya devam ediyordu. Kapıyı kapatıp onun peşinden salona girdiğimde etrafın ilk kez bu kadar dağınık olduğunu fark ettim. Boşa zaman harcamak istemediğimiz için yıkamadığımız bulaşıklar bir yığın halinde granit tezgahta duruyordu. Dağılmış yastıklar, üst üste konmuş ders kitapları, kablolar, CD'ler ve birkaç çeşit ilaç kutuları normaldeki halinin aksine ortadaydı. Adamın yüzünde beliren ilk mimik olan kaşlarını çatma, bu dağınıklığa tepkisini yeterli ölçüde ortaya koyuyordu.

"Bir şey içer misiniz Bay Mossy?"

Adam takım elbisesinin uçlarını özenle düzelttikten sonra birkaç saat önce Jungkook'un oturduğu koltuğa çöktü.

Back To LifeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin