26: "Narkissos"

683 60 29
                                    


"Narkissos"





Jungkook'la yaşamak uyanmayı hiç istemeyeceğiniz bir rüya gibiydi.

Aramızdaki ilişkiye nihayet bir isim koyabilmemizin getirdiği derin günaydın öpücüklerine, üniversiteden her geldiğimde beni karşılayan enfes kokuların yaratıcısının sarılmak için kocaman açılmış kollarına, soğuk akşamlarda birbirimize sokulup yıldızları izlediğimiz zamanlara, sıradan bir çift gibi gündelik konuları konuşup kendisi de onlardan biri olmasına rağmen ünlüleri eleştirdiğimiz vakitlere ve onunla olmanın getirdiği diğer her şeye bu denli bağlandıktan sonra hepsinin göz göre göre elimden kayıp gitmesine izin veremeyecek kadar alışmıştım. Her ne kadar o, birlikte geçirdiğimiz bütün bu anılara rağmen yaşayacağına dair olan inançsızlığını sürdürüyor olsa da kendi umudumu canlı tutmak ve onun da gelecekten biraz olsun beklentisini olmasını sağlamak benim tek görevim haline gelmişti.

Yanımda olmaktan mutlu olduğunu ve buraya gelerek doğru kararı verdiğini her fırsatta çekinmeden dile getiriyordu. Ama bu her sohbetimizin ya da ileriye yönelik kurduğumuz her hayalin sonunun "Eğer yaşarsam.", "Üzgünüm Taehyung, bunları tek başına yaparken hayal etmelisin." veya "Seni yukarıdan izliyor olacağım." gibi anında yüzümün asılmasına sebep olacak karamsarlıktaki cümlelerle bitmesini engellemeye yetmiyordu. Bu ihtimalin boş bulunduğumuz her anda bizzat onun tarafından yüzüme vurulması ise beni ciddi anlamda sarsıyordu. İşte o zamanlar çarpıcı gerçeklerden kaçacak yerim kalmıyordu.

Tabii diğer yanda bütün bu şeyleri yaparken bize bir hayli zaman ve sabır kaybettiren tanatofobisi vardı. Bana hiç söylememiş olsa bile ilk lokmayı benim yememi beklediğini, yatmadan önce silahın yerini kontrol ettiğini, kapı her çaldığında gözlerini korkuyla büyütüp nereye saklanabileceğini ölçercesine etrafa bakındığını ve televizyon izlerken ölümle ilgili en ufak bir çağrışım geçtiği anda bütün vücudunun titremeye başladığını, daha o bile fark etmemişken fark etmiştim. Bu yüzden dinlenmesi için müsaade etmeyi düşündüğüm bir haftayı boşvermiş, geldiğinin üçüncü gününde seanslara başlamıştım. Bu seanslar mental sağlığının yanında fiziksel sağlığına da geri kavuşmasına yardımcı olacak dengeli beslenme, egzersiz ve uyku düzenine de sahip olduğu için düzgün uygulandığı takdirde oldukça yararlı olabiliyorlardı.

Ama bunların bile küçük bir kliniğe çevirmek için bahçeye bakan cam kapının önüne yerleştirdiğim tekli koltuklarda yayılarak oturan, seans süresinin çoğunu dudaklarını yalamak ve eşofmanının ipiyle oynamak gibi dikkat dağıtıcı işlerle oyalanarak geçiren Jungkook'un üstünde ne derece işe yarayacağı tartışılırdı.

"Sanırım bugünlük burada bitirmeliyiz." Son üç dakikadır dışarıda kelebek yakalamaya çalışan Eddy'i, seanslara göstermediği kadar büyük bir ilgiyle izleyen Jungkook karşısında sabrımın son kırıntılarını kullandığımı fark edip anlattığı şeyleri yazmak için kullandığım defteri sehpanın üstüne, uzattığı ayaklarının yanına, koydum. "Sormak istediğin bir şey var mı?"

"Aslında evet."

Ayaklarından birini indirip kendini koltukta biraz daha aşağı kaydırdı. Hiç de hoş bir oturma pozisyonu değildi ama derste söz konusu kişinin nasıl rahat edecekse öyle oturması gerektiğini öğrendiğimiz için sesimi çıkartamıyordum.

"Dinliyorum Jungkook."

Genelde seanslarla ilgili hiçbir sorusu, fikri ya da yorumu olmadığı, yalnızca dalgın dalgın bir şeyler geveleyip beni geçiştirdiği için sorusunun olması, üstelik böyle ciddi bir üslupla sorusunun olduğunu söylemesi gerçekten beklenmedikti. Kulağını birkaç santim geçmiş buklelerinden birini parmağına dolayıp serbest bırakarak baygın baygın bakan gözlerini gözlerime dikti.

Back To LifeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin