24

563 57 73
                                    

Kötü biri miydim? 

Belki evet ama hiç bir zaman kimseye yersiz ve gerekmedikçe kötülük yaptığımı düşünmüyordum yine de bu beni iyi bir insan yapar mıydı? Jungkook'un da söylediği gibi kendine yapılan kötülükleri içinde nefrete dönüştürmüş, nefretle beslenen aciz bir ruhtum yalnızca. 

Acizliğim o kadar büyüktü ki Mina bana bu kötülükleri yapmasa ve ben içimdeki bu nefretten beslenmiyor olsaydım nasıl yaşardım bilmiyordum bile. O kadar uzun zamandır bu nefreti içimde besliyor, büyütüyordum ki onsuz nasıl yaşadığımı unutmuştum.

İçimdeki nefret var olmadan önce nasıl biriydim bilmiyordum. Bu kadar kırılmamış, bu kadar haksızlığa uğramamış o saf ruhu özlediğimi düşünüyordum ancak kimse hiç hatırlamadığı bir şeyi özleyemezdi, öyle değil mi? Onu çoktan öldürmüştüm.

Ben kimdim? Nasıl biriydim. İntikam beni mutlu eder miydi? Ya da sadece önüme mi bakmak istiyordum? Bulamıyordum. Kendimi kaybetmiştim ve Jungkook'u da kaybedene kadar kendimi kaybetmişliğimin gerçekliği yüzüme çarpmamıştı bile.

Şimdi o benden nefret ediyordu. Beni tanımamış olmayı diliyordu.

Tüm okul gerçek olup olmadığını benim bile bilmediğim intikam isteyen kötü yüzümü görmüşlerdi. 

Kazananın da kaybedenin de çok şeyi kaybedeceğini bildiğim bu lanet oyunda kaybım beklediğimden çok daha büyük olmuştu. Kendimi kaybetmiştim; üstelik bunun yenilmek ya da kazanmakla ilgisi bile yoktu. Bu oyuna başladığım gün kendimi kaybetmiştim ben.

Jungkook'u kaybetme korkusuyla haftalardır içimde tuttuğum gerçekler gerçekten de onu kaybetmeme sebep olmuştu ama ben beklediğimden daha iyiydim. Dağılmamıştım. Ölecek gibi hissetmiyordum. Onsuz da yaşayabilirmişim gibiydi hatta.

Jennie dağılmamı, ağlamamı ya da yıkıp dökmemi bekliyordu ama beklediği hiç bir tepkiyi vermemiştim. Gayet sakindim ve bu ayrılığı oldukça anlayışla karşılamıştım. Hatta yüzleşmemizin üzerinden geçen iki günün ardından okula gitmek için hazırlanıyordum.

Biraz gergindim çünkü olanlardan sonra ilk kez insan içine çıkacaktım ve insanların ne tepki vereceklerini kestiremiyordum. Mina mı daha çok kaybetmişti ben mi bilmiyordum.

Tüm bunların yanında gerginliğim en büyük nedeni Jungkook'u görecek olmamdı. Bunu her ne kadar kendime itiraf etmek de zorlansam da gerçek buydu ve bunu görmezden gelemiyordum. Onun bana nefret dolu bir ifadeyle bakmasını istemiyordum. Keşke onun beni hiç tanımadığı günlere dönebilme şansım olabilseydi. 

Jennie'den duyduğum kadarıyla Jungkook benim aksime ayrılığımızın ilk gününden itibaren okula gidiyordu. Bir gün bile devamsızlık yapmadan okula gidebiliyor olduğunu  öğrenmek içimde bir şeylerin kırılmasına yol açtığından Jennie'ye Jungkook'un nasıl olduğunu bile soramamıştım. Çok iyi görünüyor olmasından da tamamen dağılmış görünüyor olmasından da eşit korkuyordum ve yine korkumla yüzleşemediğim için Jungkook'un halini öğrenememiştim.

Okuldaydım. Bakışlar beklediğim gibiydi. Her geçtiğim yerde fısıltılar da bana eşlik ediyordu. Jennie bunları duymamam için insanüstü bir çaba sarf ediyor. Sürekli konuşup, şakalar yaparak okulu benim için daha katlanabilir hale getirmeye çalışıyordu. Oysa hiç biri umurumda değildi.

Dışardan rahatsız edici derecede umursamaz, kendinden emin ve dik durduğumun farkındaydım. Aksi şekilde davranmayı bilmiyordum çünkü. Ben güçlü görünmenin nasıl bir şey olduğunu biliyordum sadece. 

Kantine girdik beraber. Bu sırada köşede, siyahlar içinde, yalnız bir şekildei kapüşonunu gözlerine kadar çekmiş bir eliyle kahve yudumlayıp diğeriyle kitabı okuyan Jungkook'u gördüm. Onu gördüğüm ilk birkaç dakika hareket dahi edemedim. Olduğum yerde onu izledim sadece. Nefesim sıklaştı, ellerim titremeye başladı.

Burn Bridges -Liskook-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin